Çocuk Terbiyesi

Ebû Hüreyre’nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya    Mecûsî yapar…”(B4775 Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; M6755 Müslim, Kader, 22)

Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sav) (torunu) Hasan b. Ali’yi öptü. O sırada yanında Akra’ b. Hâbis et-Temîmî oturmaktaydı. Akra’ şöyle dedi: ‘Benim on çocuğum var ama hiçbirini öpmüş değilim.’ Bunun üzerine Resûlullah (sav) ona baktı ve ardından şöyle buyurdu: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!”(B5997 Buhârî, Edeb, 18; M6028 Müslim, Fedâil, 65)

 

Enes (b. Mâlik) şöyle demiştir: “Resûlullah’a (sav) on sene hizmet ettim. vallahi bana bir kez olsun ‘Öf!’ bile demedi. Herhangi bir şeyden dolayı, ‘Niçin böyle yaptın?’ demediği gibi, ‘Şöyle yapsaydın ya!’ da demedi.”(M6011 Müslim, Fedâil, 51; B6038 Buhârî, Edeb, 39

 

Eyyûb b. Musa’nın, babası aracılığıyla dedesinden naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.”(T1952 Tirmizî, Birr, 33; HM16830 İbn Hanbel, Iv, 77)

 

Küçük Enes, başına dokunan elin sıcaklığı ile irkildi ve ürkek bir hareketle başını çevirdi. Sevgili Peygamberimiz her zamanki gibi gü -lümseyen çehresi ile karşısında duruyordu. Allah’ın Resûlü ona yumuşak bir sesle, “Enesçik! Sana dediğim yere gittin mi?”buyurmuştu. Derhâl yürü -meye başladı Enes ve “Evet, gidiyorum yâ Resûlallah” dedi.1Annesi ile Peygamberimizin huzuruna gelen Enes,2 belki de Medi-neli Müslümanların Efendimize sunduğu en anlamlı hediye idi. Annelik sağduyusuna güvenen Ümmü Süleym, bu yeni şehirde Peygamberimizin yanında küçük bir yardımcının ne çok iş göreceğini fark etmiş olmalıydı. Oğlunu Resûlullah’ın hizmetine verirken, aslında onu Peygamber’in terbi -yesine emanet etmiş oluyordu. Böylesine atik ve zeki bir çocuğun kendisine hizmet için gönüllü olması, Peygamberimizin de hoşuna gitmişti ki, Enes’i en zor şartlarda bile yanından ayırmamıştı. Kendi çocukları çoktan büyü -müş, torunları ise henüz dünyaya gelmemişti. Dolayısıyla Enes, Rahmet Elçisi’nin, vefatına kadar süren on yıllık Medine hayatında eğitimi ile biz -zat ilgilendiği ve çocukluktan alıp delikanlılığa eriştirdiği en yakın isimdi.

 

Hz. Peygamber, sadece Enes’in mescide ya da hâne-i saadete gelerek gü -nünü paylaşmasıyla yetinmez, kendisi de Enes’in akrabalarını ziyaret etmek-ten hoşlanırdı. Orada yemek yer, öğle uykusuna yatar ve ev halkına cemaatle namaz kıldırırdı.3 Bu sevgi ve samimiyet ile şekillenmişti Enes’in ahlâkı.“Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hıristiyan ya da Mecûsî yapar…”4 buyurmuştu Peygamber Efendimiz. Irk, renk ve cinsiyet farkı ol -maksızın her çocuğun iyiyi kabullenmeye ve güzeli benimsemeye meyilli bir tabiatta yaratıldığını açıkça ifade eden bu sözler, aynı zamanda onun eğitil -meye ne kadar hazır bir yapıda olduğuna da dikkat çekmektedir.

Aslında çocuğuna değer veren ve bu sebeple onu en güzel biçimde ter-biye etmek isteyen bir anne babanın, öncelikle bir gerçeği aklından çıkarma-ması gerekir. Her ne kadar çocuk tümüyle ebeveynine muhtaç, onların ko -rumasında ve denetiminde ise de gerçek anlamda, onlara değil Allah’a aittir.

 

Dolayısıyla anne baba çocuklarının sahibi değil emanetçisidir. Kendilerine verilen bu emanete gözleri gibi bakmakla, onu örselemeden yetiştirmekle ve yıpratmadan hayata kazandırmakla yükümlüdürler. Emanet olduğuna göre, çocukları üstünde istedikleri gibi tasarrufta bulunma hakkına da sahip de -ğillerdir. Onu doyururken, okuturken, ödüllendirirken, cezalandırırken, kısacası büyütüp kişiliğini şekillendirirken Yüce Allah’ın rızasına uygun hareket etmek zorundadırlar. Zira gün gelecek, emanetin sahibi ona nasıl davrandıklarını, neler verdiklerini ya da neleri esirgediklerini soracaktır.

Anne babalık vazifesi, sadece çocuğun karnını doyurup sırtını giy -dirmekle bitmemektedir. Bunun çok daha ötesine geçmekte, yavrunun terbiyesi gibi yuvanın sınırlarını aşarak tüm toplumu etkileyen bir ala -na ulaşmaktadır. Çocuk terbiyesi ise hassasiyet isteyen uzun bir süreç-tir. Belki de Kur’an’da çocuğun “imtihan vesilesi” olarak adlandırılması,5bu sürecin oyalayıcı ve meşakkatli oluşuna da işaret etmektedir. Ama “insan yetiştirmek”, zorluğu kadar değerli, yoruculuğu kadar onurlu bir iştir. Zira sonuçta anne ve baba, alınlarını ağartan bir evlât yetiştirmekle üzerlerine düşeni yapmanın huzurunu yaşayacak, onunla cennette de bir arada olma şansı bulabileceklerdir.6 Nitekim Peygamber Efendimiz (sav): “Kim üç kız çocuğunun geçimini üstlenir, onları terbiye edip evlendirir ve on-lara güzel davranırsa, ona cennet vardır.”7 buyurmuştur. Evlâdına yeterince emek vermeyen, onu ciddiye almayan ve Allah’ın rızasına uygun yetiştir-meyenler ise kıyamet günü hem kendilerini hem de yavrularını hüsrana sürüklemiş olacaklardır.

 

Eğitimin ilk basamağı, çocuğun varlığını tanımak, ona insan ol -makla doğuştan hak ettiği saygıyı göstermektir. Muhatabına değer ver -meyen ve onun kişiliğine saygı duymayan bir eğitimcinin başarılı olması imkânsızdır. Hz. Peygamber’in çocuklarla iletişiminde, “onları adam yeri -ne koymak” şeklinde özetleyebileceğimiz bir itina derhâl göze çarpmakta-dır. Fikirleri değer gören, duyguları dinlenen ve ihtiyaçları dikkate alınan bir çocuğun, anne babası ile sağlıklı bir ilişki geliştirebileceği, dolayısıyla terbiyesi için harcanan gayrete olumlu tepkiler vereceği açıktır. Bu bağ -lamda Sevgili Peygamberimizin çocuklara selâm vermesi,9 hatırlarını sor -ması10 ve tercihlerini öğrenmek istemesi,11 onları muhatap kabul etmesi anlamına gelmektedir. Yahudi bir çocuğu tıpkı bir yetişkin gibi dine davet etmesi12 ve çocukların kendisine biat ederek bağlılıklarını ifade etmelerine izin vermesi,13 geleceğin teminatı olan yavruların varlıklarına biçtiği değeri açıkça ortaya koymaktadır. Yine Allah Resûlü’nün çocuklara özel dualar etmesi,14 onlara sır vermesi15 ve ikramda bulunması,16 dostluk bağına da -yanan bir eğitimi ne denli önemsediğini göstermektedir.

 

Çocuğun gönlünü kazanarak üzerinde etkili olmanın yolu, onu sev -diğini söylemekten, kucaklayıp öperek ya da birlikte oyun oynayarak ona yakınlaşmaktan geçmektedir. Allah Resûlü’nün, çocukları eğitirken in -citmemek ve şekil vermeye çabalarken kırmamak üzere kararlı tavırları, merhameti asla elden bırakmayan bir terbiye anlayışı oluşturmaktadır. O günün insanı için şaşırtıcı olan böylesi bir tavır, “Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir.”17 hadisiyle tarihe geçmektedir. Nitekim torununu öpüp kucakladığını görünce hayretini gizlemeyen Akra’ b. Hâbis’e Sevgili Peygamberimiz, “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!” demiştir.

Kardeşlerini kuyuya atmak gibi büyük bir hata işlemelerine rağmen çocuklarını affeden ve Allah’ın da onları affetmesi için dua eden Hz. Yakub,19 ölüm döşeğinde hâlâ onlara güzellikle nasihat etmektedir.20Lokman’ın oğluna öğütlerini içeren âyetler, “Yavrucuğum!” şeklinde son derece yumuşak ve samimi bir ifadeyle başlamaktadır.21 Aynı şekilde Hz. İbrâhim de oğlu İsmâil’e gösterdiği nazik tavır ile Kur’an’da anılmaktadır.22Tufanda ölümle burun buruna geldiğinde bile babasının peygamberliğini kabul etmediği hâlde oğluna kıyamayan Hz. Nuh, “…Yavrucuğum, bizimle beraber sen de (gemiye) bin, inkârcılarla birlikte olma…”23 diye seslenmektedir. Bütün bunlar, özellikle zihinlerde otoriteyi temsil eden babaların, şefkat ve merhamete davet edilmesi açısından dikkat çekicidir.

 

Bir babanın, çocuğunu terbiyesi esnasında şiddete başvurmaması ve disiplini şiddet ile özdeşleştirmemesi için Sevgili Peygamberimize bak -ması yeterlidir. Peygamberimizin yanında büyüyen Enes şöyle demiştir: “Resûlullah’a (sav) on sene hizmet ettim. vallahi bana bir kez olsun ‘Öf!’bile demedi. Herhangi bir şeyden dolayı, ‘Niçin böyle yaptın?’demediği gibi, ‘Şöyle yapsaydın ya!’da demedi.”24 Peygamberimiz, tıpkı kendisinden önceki peygamberlerin nezaketiyle, ona, “Yavrucuğum”25 ya da “Enesçik”26diye hitap etmiştir. Hata ettiğinde telâfi etmesi için imkân tanımış,27 kimi zaman da elinden tutarak bizzat yapacağı işe yönlendirip işi bitene kadar beklemek suretiyle hata yapmasına engel olmuştur.

 

Peygamber Efendimiz sadece kendisi çocuklara karşı hoşgörülü ve sabırlı davranmakla kalmamış, çevresindekileri de bu konuda uyarmıştır. Bir gün kucağına aldığı torunu Hasan, üzerine idrarını kaçırınca kızan ve çocuğa vuran sütanne Ümmü’l-Fadl’a, “Allah seni ıslah etsin! Oğlumun canını acıttın!” diyerek tepki göstermiştir.29 Yine küçük bir kız iken babası ile Hz. Peygamber’i ziyarete gelen Ümmü Hâlid, onun mübarek sırtındaki bene dokununca babası tarafından azarlanmış ama Rahmet Peygamberi, “Bırak onu (dokunsun).” buyurmuştur.

 

Çocuğun yaptığı yanlışları eğitimi için fırsat olarak değerlendirmek ve kuru kuruya cezalandırmak yerine, bir daha aynı hatayı işlemesini en -gelleyecek şekilde doğruyu öğretmek de Peygamber yöntemidir. Bir defa -sında hurma ağaçlarını taşlayan bir çocuğu yakalayanlar, cezalandırması için yaka paça Sevgili Peygamberimizin huzuruna getirmişler, ama Pey -gamberimiz onu azarlamak yerine, “Evlâdım, ağaçları niye taşlıyorsun?” diye sormuştur. Karnının aç olduğunu öğrendiğinde, “Hurma ağaçlarını taşlama da altlarına dökülenleri ye.”buyurarak ona doğruyu öğretmiş, hatta başını okşadıktan sonra, “Allah’ım, bu yavrunun karnını doyur.”diye dua etmiştir.31Bir başka seferinde, yemek yerken tabağın içinde elini rasgele dolaştıran Ömer b. Ebû Seleme’nin bu yanlış hareketine müdahale eden Allah Resûlü, doğrusunu öğretmeyi de ihmal etmemiş, “Yavrum, besmele çek, sağ elinle ve önünden ye.” buyurmuştur.3

 

Hz. Peygamber, çocuk eğitiminde sabırlı ve şiddetten arınmış bir tavır benimsemiş, hizmetine koşturanlara tek bir tokat bile atmamıştır.33 Onun, dayağın sıradanlaştığı bir toplumda yaşadığı düşünüldüğünde, böyle bir tavrın değeri daha rahat anlaşılacaktır. Zira çocuk bile olsa eğittiği bireyi küçümsememesi, hor görüp ezmemesi, onun güvenini kazanması açısın-dan bir eğitimci için vazgeçilmez öneme sahiptir. Bu açıdan bakıldığında, Peygamberimizin terbiye metodunun güç gösterisi ve alternatifsizlik üzerine değil nasihat ve örneklik üzerine kurulduğu görülecektir. Unutmamalıdır ki çocuklar, emir ve tembihlerden çok örnek olma yoluyla eğitilir.

Çocuk duyduğunu ve okuduğunu değil gördüğünü benimsemekte, özellikle anne babasını model alarak kendi davranışlarına yön vermektedir. Bu bağlamda, “Allah’tan sakının, çocuklarınız arasında âdil olun!”34 emrine uyarak evinde ada -leti gözeten bir babanın evlâtları, adaleti, yaşayarak öğrenecektir. “Gel, sana bir şey vereceğim!” diye çocuğunu çağıran Abdullah b. Âmir’in annesine, gerçekten bir şey verip vermeyeceğini soran Peygamberimiz, hurma vereceğini duyunca, “Aman dikkat et! Eğer ona bir şey vermemiş olsaydın, senin için bir tür yalan yazılacaktı.”35 buyurmuştur. Çünkü eğer anne babası doğru sözlü olursa çocuk da dürüstlüğü öğrenecek, aksi takdirde yalan üzerine kurulu bir hayatı normal karşılayacaktır. Beraberinde büyüdüğü Hz. Peygamber’in özel hayatın mahremiyetine ve sırrın dokunulmazlığına gösterdiği hassasi-yeti gözlemlediği için Enes, kendisine Peygamber için ne iş yaptığını soran annesine, “Bu sırdır!” diyebilmiş, annesi de bu duyarlılığını beğenerek, “Sa -kın Resûlullah’ın sırrını kimseye söyleme.” demiştir.

 

Çocuğa güzel örnek olmak ahlâkî gelişimi için şart olduğu gibi sosyal hayata alışması ve ibadet hayatını benimsemesi açısından da büyük önem taşır. Sevgili Peygamberimizin çocukları sosyal hayattan dışlamamasının en bariz göstergesi, onların Medine Mescidi’ne gelmelerine engel olmama-sıdır. Çünkü mescit o günün sadece ibadetgâhı ve medresesi değil hayatın kalbinin attığı ve hukuktan edebiyata her türlü sosyal hadisenin cereyan ettiği merkezidir. Peygamber Mescidi’nde vakit namazlarında bile erkekle-rin arkasında saf oluşturacak kadar çocuk bulunması,37 Allah Resûlü’nün hayatın akışıyla çocukları ne denli sık buluşturduğunu göstermektedir. Omzunda bazen kız, bazen de erkek torunları ile namaz kılan38 hatta bu şekilde cemaate namaz kıldıran39 ve cuma hutbesi veren40 Hz. Peygamber, elbette çocukların namazla büyümesini arzulamaktadır.

 

Sadece mescitte değil evlerde de namaz kılarken çocukların namaza katılmasını sağlayan Peygamber Efendimiz,41 açık alanda namaz kılınırken safların arasında dolaşan çocuklara aldırmamıştır.42 Onları ibadet edilen ortamdan uzaklaştırmamış, aksine nasıl namaz kılacaklarını bizzat öğret -miştir. Söz gelimi Enes’e, “Yavrucuğum! Namazda yüzünü sağa sola çevirip bakma.”43 demiştir. Cemaate katıldığında yanlışlıkla imamın soluna duran amcasının küçük oğlu Abdullah b. Abbâs’ı tutup sağ tarafına geçirdikten sonra başını okşamıştır.44 Peygamberimiz, çevresindeki çocukları her fır -satta namaz konusunda teşvik ve kontrol etmiştir. Bir gece eşi Meymûne annemizin odasına girdiğinde, geceyi teyzesi Hz. Meymûne’nin yanında geçireceği anlaşılan Abdullah b. Abbâs’ı görünce, “Çocuk namaz kıldı mı?”diye sormuş, onun namazını kıldığını öğrenmeden içi rahat etmemiştir

 

Çocuklara dinî bir terbiye vermede Peygamberimizin özellikle na -maz üzerinde ısrarla durduğu görülmektedir. İbadet sevgisinin erkenden yerleşmesi ve geç olmadan alışkanlık hâlini alması için, “Sağını solundan ayırabilen yaşa geldiği zaman (çocuğa) namaz kılmasını emredin.”buyuran Peygamberimiz,46 ilerleyen yaşlarda çocuğun namaz kılması için ısrarcı olunması gerektiğini de vurgulamıştır

 

Tıpkı namazda olduğu gibi oruç tutma konusunda da çocukların kü -çük yaştan itibaren eğitilmelerini isteyen Peygamberimizin zamanında, anneler küçüklerin oruçla barışık olmaları için onlara yünden oyuncaklar yaparak açlıklarını unutturmaya çalışmışlardır.48 İbadetle iç içe büyümele-ri gereken çocukların hac gibi bir izdihama katılmalarına bile müsamaha gösteren Allah’ın Resûlü, kucağındaki bir çocuğu kaldırarak, “Buna da hac var mı?” diye soran anneye, “Evet. (Onunla birlikte haccettiğin için) sana da ayrıca ecir var.”49 buyurmuştur.

 

Çocuk, her ne kadar bugün yaşıyorsa da aslında bugünden çok yarına aittir. Ona verilen emek, yarının insanını yetiştirmek yani geleceğin toplu -munu şekillendirmek demektir. Sevgili Peygamberimizin, “Çocuğunun se-nin üzerinde hakkı var!”50 buyurarak uyardığı baba ve annelerin, evlâtlarına eksiksiz teslim etmeleri gereken hakların başında ise onlara güzel bir ter -biye vermek gelmektedir. Çocuğun sosyal ve kültürel gelişimi, bedensel ve zihinsel eğitimi, ahlâkî ve dinî terbiyesi anne kucağında başlayacak, baba ocağında sağlanacaktır. İyi bir evlât sahibi olmak için çırpınan ebeveynler, Hz. Peygamber’in şu öğüdünü daima hatırlamalıdır: “Hiçbir anne baba, ço-cuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.”5

 

Çocuk… Varlığı da yokluğu da bir imtihandı. Nimetlerin en güzeli emanetlerin en büyüğüydü. Küçücük bir hastalığı keder sebebi, bir tebessümü dahi mutluluk kaynağıydı. Dünya hayatının süsü, anne baba-sının göz aydınlığıydı. (Kehf, 18/46; Furkân, 25/74.

 

Anne Babanın Duası, Rabbin Lütfuİnsanoğlunun en çok arzu et-tiği şeylerden biri; bir yuvaya, o yuvayı paylaşacak bir hayat arkadaşına sahip olmaktır. Ar-dından hanesini şenlendirecek bir çocuğun özlemi boy verir insanoğlunun kalbinde. Öyle ki çocuk sahibi  olmayı istemek dualarda yerini bulur. Bunun en güzel örneğini peygamber du-alarında görürüz. Hz. Zekeriya (a.s.) “Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en ha-yırlısısın.” (Enbiya, 21 /89.) diyerek el açmış, “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin.” (Âl-i İmran, 3/38.) diyerek niyazda bulunmuştu. Hz. Allah (c.c.) da bu duaya icabet etmiş ona Yah-ya (a.s.)’yı bağışlamıştı. (Enbiya, 21/90.) İbrahim peygamberin (a.s.) salih çocuk duası da kar-şılığını bulmuş, Hz. Allah ona İsmail (a.s.)’i bahşetmişti. (Saffat, 37/101.)Her evli çiftin duasıdır hayırlı bir evlada sahip olmak. Özlem-le beklenen hasretle kucakla-nandır. Evlerin bereketidir, aynı zamanda zorlu bir sınavdır da (Teğâbün, 64/15). Bu cana verilen emek bir ömür sürecek fakat Allah (c.c.) katında asla zayi ol-mayacaktır. Anne baba daha çocuklarının olacağı müjdesini alır almaz bu ilahi lütfa müte-şekkir kalır. Evin minik misafi-ridir bebek; girdiği her ortama huzur ve sürur getiren, varlığı ile yüzleri güldürendir. Eskilerin deyimiyle bir altıntoptur. Bütün aileyi kendi etrafında birleştirir. Menfi duyguları törpüler, yeri-ne nice güzel hissiyatı koyar. Bir çocuğun o saf ve masum yüzü, ona bakan gönülleri de aydın-latır. Diller kem sözden uzak-laşır. Zihinler kötü düşünceler-den arınır. Bir bebek, küçücük bedeninde büyük bir güç taşır. Kalpleri yumuşatan, bir kadını annelik makamına yükselten, bir adamın yüreğinde babalık duygusunu yeşerten odur. Ana kucağı, baba ocağı kavramları onunla anlam bulur.

 

özellikle içinde yaşadığı-mız modern çağ, çocuğu mer-keze almakla kalmayıp onu yü-celtmekte hatta çocuğa verdiği payeye halel getirmemek adına onu tekleştirerek yalnız bırak-maktadır. Pek çok aile maddi ve manevi kaygılarla tek çocuklu olarak yaşamını idame ettir-mekte ve bu süreçte de âdeta ço-cukerkil bir yaşantı sürmektedir. Hâlbuki Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de “Mallarınız ve çocuk-larınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Teğabûn, 64/15.) buyurarak evladın kişiyi Allah’ı zikretmekten alı koymaması gerektiği noktasında ikazlarda bulunmuştur. (Münâfikûn, 63/9.) As-lolan rızkın asıl sahibine güven-mek ve sevginin bölüşülerek ço-ğalan bedii bir hazine olduğunu akıldan çıkarmamaktır. Bu min-valde hareket eden aileler, rızık endişesi ve manevi açıdan yete-meme gibi kaygılarla çocukları-nı yalnızlığa mahkûm etmeye-cek, onları kardeş sevgisinden mahrum bırakmayacaklardır.

 

“Onlar, ‘Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydın-lığı kıl ve bizi Allah’a karşı gel-mekten sakınanlara önder eyle.’ diyenlerdir.”(Furkân, 25/74

 

Rabbine secde ve kıyam eden, başka ilah edinmeyen, itikat ve amelinde Rabbinin emirleri-nin dışına çıkmayan, bir kusur işlemişse tövbe eden bu kullar, eş ve çocukları için hayır duada bulunurlar. Onların dünya ve ahirette göz aydınlığı olmalarını dilerler. Ayette geçen “kurratu a’ y u n” ifadesi tefsirlerde “gözle-rin kendisiyle sevindiği, huzur bulduğu” şeklinde açıklanmış-tır (Taberî c.17, s. 529.). Dua sahibi, eş ve çocuklarını Allah’a itaat eden kimseler olarak görmek istemektedir. Hasan Basri bu ayeti tefsir ederken “Hiçbir şey bir mümini eşini, evladını, kar-deşini Allah’a itaatte görmesi kadar mutlu edemez.” (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim) yorumunu yapmıştır.

 

Mutlu yuvada eş ve çocuklar müminin gözünün nurudur, emanetidir, dünya saadetidir. Kişi, evlilik hayatı ile aynı za-manda insan neslinin devamı gibi bir sorumluluğu üstlen-mektedir. Yeni kurduğu yuva, hem kendisi ve eşi hem de doğa-cak çocukları için maddi manevi ihtiyaçların karşılandığı bir sığı-nak olacaktır. Ancak bu yuvanın sağlıklı bir şekilde devamı, her-kesin görevini yerine getirme-si ile mümkündür. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) “Hepiniz birer sorumlusunuz ve hepiniz yönettiklerinizden mesulsünüz. Devlet başkanı bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin beyi bir sorumludur ve yö-nettiklerinden mesuldür. Evin hanımı da bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Hiz-metçi de efendisinin malı üze-rinde bir sorumludur ve yönet-tiklerinden mesuldür.” (Buhârî, İstikrâz, 20.) buyurmuştur.

 

Yapmadığını söyleyen bekle-diği karşılığı bulamayacaktır. Sigara içen bir ebeveyn, çocuk-larını sigara alışkanlığından koruyamaz. Namaz kılmayan anne baba çocuğuna “Namaz kıl!” diyemez. Camiinin yolunu bilmeyen onu tarif edemez. Ya-landan korunmayan onun kötü-lüğünden dem vuramaz. Kısaca yapmadığımızı söylememizin başkaları üzerinde olumlu bir sonucu olacağını beklemek hatadır.

 

Hadislerle İslam

Sohbet Yazarımız: Esma

 

https://www.islamisite.net/wp-content/uploads/2020/02/Çocuk-terbiyesi.jpghttps://www.islamisite.net/wp-content/uploads/2020/02/Çocuk-terbiyesi-300x300.jpgmuslumangencİSLAMİ BİLGİLERİSLAMİ SOHBETÇocuk terbiyesinde dikkat edilmesi gerekenler,Hadisler ışığında çocuk terbiyesi,İslamda çocuk terbiyesinin önemi,İSLAMİ SOHBET,iSLami Sohbet Sitelerinin Amacı
Çocuk Terbiyesi Ebû Hüreyre’nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya    Mecûsî yapar...”(B4775 Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; M6755 Müslim, Kader, 22) Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sav) (torunu) Hasan b. Ali’yi öptü. O sırada yanında Akra’ b. Hâbis...