besmele

10314486_841309889216031_5877227265464575557_n

İnsan aklı ve zekâsıyla düşünen, kalbi ve gönlüyle seven ve duygulanan, organlarıyla işleyip üreten; sonuçta kazanan ya da kaybeden bir varlık. İnsan hayatının temel öğesi kalb ve gönüldür. İnsan onunla sever onunla tanır ve onunla insanca yaşar. Aslolan organların, aklın ve gönlün aynı noktaya vurmasıdır. Akıl irâde merkezi olduğu halde; kalp ve gönülde irâde yoktur. Bu yüzden gönle hâkim olmak zordur. Kalbi bir noktaya teksif etmek ve orada sâbit tutabilmek öncelikle iyi bir gönül eğitimine bağlıdır. Çünkü insanların organlarıyla işledikleri ameller, elleriyle kazandıkları sevap ve günahlar kalbi doğrudan ilgilendirmektedir. Nitekim Kur’an’da: “Hayır hayır, bilakis onların işlemekte oldukları kötülükler kalplerini kirletmiştir.” el-Mutaffifin, 83/14 buyurulur. Âyette geçen “reyn” kelimesi bir şeyin pas tutup her tarafını kaplaması demektir. Bu mânâya göre kalpler, günahlara kazandıkları alışkanlık ve bağışıklık sâyesinde pas tutmuş aynalar gibi körlenmiş, kararmış ve artık duymaz, hissetmez ve göstermez olmuştur. Nitekim şu hadis-i şerif bu olayı izâh etmektedir: “Kul bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta meydana gelir. Eğer kul tevbe edip bu günahtan vazgeçerse kalbi yine parlar. Ancak döner tekrar günah işlerse o lekeler artar, nihâyet kalbi ele geçirir ve böylece kalp kararıp katılaşır.” Tirmizi, Tefsir sûre, 4-6; İbn Mâce, Zühd, 29; İbn Hanbel III, 495)

Kalpteki imân ile, organların amelleri arasında bir ilgi vardır, îman, itâatla artar, günah ve isyanla eksilir. Günahların imanı zaafa uğratması, selim bir kalbin mânevî duygu ile hissedebileceği bir husustur. Zirâ iman kalpte bir nûrdur; kötülük ve günahlar sâyesinde eksilir ya da artar. Nitekim Allah Teâlâ münâfıkları kendi kazançları sebebiyle altüst ettiğini ifâde buyurmaktadır. bk. en-Nisâ, 4/88
Kalbi altüst eden şeylerin başında insanın ahdine bağlı kalmaması; andını unutması gelmektedir. Çünkü ahdine bağlı kalan, andını gören ve bu konuda irâde ortaya koyan insan, kalbini sağlamca bağlayan, “rabt-ı kalb” eden insandır. Nitekim Kur’an’da Allah Teâlâ hazretleri ahidlerini bozan İsrâiloğullarının şu cezâlarla tecziye edildiğini haber vermektedir.

1- Kalplerinin kararıp katılaşması,
2- Lânete uğramaları,
3- Söz ve kelimelerin yerini değiştirerek yaptıkları tahrifat,
4- Öğrendikleri ilmi unutmaları,
5- Genel mânâda bir hâinlik. bk. el-Mâide, 5/13

Bugün müslümanlar olarak bizim temel problemimiz andımızı unutmak ve ahdimizi yerine getirememektir. Bunun sonucu âyette geçtiği gibi kalpler kararıp katılaşmakta, âlimlerimiz ahkâmı çarpıtarak yorumlamakta; seküler hayata çıkış yolları bulmaya çalışmakta; öğrenilen gerçek hak bilgisi unutulup lânetlilerin yoluna meşrûiyyet kazandırılmak istenmektedir. Nasıl ateşli hastalıklar insanı güç ve takattan düşürürse ahdinden uzaklaşmış, andını unutmuş insanların düştükleri günah çukuru da kalplerdeki imânı zaafa uğratmaktadır. Düşürülmeyen yüksek ateş ve tansiyon nasıl insanı adım adım ölüme yaklaştırıyorsa, ciddiye alınmayan günahlar da küfre doğru öyle yaklaştırır. İnsanın önce tepkilerini yok eder, ardından alışkanlık kazandırır. Nihâyet insan günahlardan zevk alır hâke gelince de imân tehlikeye girer.
Kalbi diri tutmanın yolu onu kendi amelleriyle meşgul etmektir. Kalp amellerinin başında Allah’ı sevmek, O’na tevekkül, O’na yönelmek, O’ndan korkmak ve ümidvâr olmak, kulluğu sadece O’na hâs kılmak, Allah’ın dostlarını dost bilmek, O’na dönmeyi istemek gibi şeyler vardır. Kur’an’da kalbin de işlediklerinden sorumlu olacağı haber verilmektedir: “Kulak, göz ve kalp bunların hepsi ardınca gittikleri şeylerden sorumludur.” el-İsrâ, 17/36
Böyle bir sorumluluk sözkonusu olduğunda kalbin amellerinin organların amellerinden daha kuvvetli bir farz olduğu ortaya çıkmaktadır.

Kalbi ya da Türkçe ifâdesiyle “gönlü” sorumluluk çizgisinde sâbit-kadem eyleyebilmenin en sağlam yolu ilâhi bir teyid ve destekle “rabt-ı kalbe” sâhip olabilmektir. Nitekim Kur’an’da “ashâb-ı kehf” olarak anlatılan yedi-sekiz gençten oluşan, inançsız bir kavme ve zâlim devlet başkanına karşı iman mücâdelesi veren gençlerin durumunu anlatan âyette bu duruma işâret buyurulmaktadır: “Onların kalplerini rabt ettik; gönüllerine sağlam bir metânet verdik. O gençler, o yerin zâlim hükümdarına kıyâm ederek dediler ki: “Bizim Rabbımız, göklerin ve yerin rabbidir. Biz O’ndan başkasına tanrı diye kulluk ve duâ etmeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.” el-Kehf, 18/14 Demek ki kâfir bir kavmin içinde zâlim idârecilere karşı dikilip mücâdele verebilmenin yolu kalbi sağlamca hak ve hakikate bağlamaktan geçyor. Âyette geçen “rabt-ı kalp” kalbi sâbit kadem eylemek, sağlam yürekli olmak, gönlün iman nûru ile aydınlanıp sabırla desteklenmesi demektir. Bu sâyede kalb ruhlar âleminden uzak kalmaya, râhatlıktan ayrılmaya, din uğrunda mücâdele etmeye dayanabilir. Değilse kolayca etkilenip pes edebilir.

Rabt-ı kalp, gönlün ilâhî tevfik ve rabbânî destek bağı ile bağlanması demektir. Bu sâyede kalp rabbinin zikrine bağlanır. O’nun hoşnud olduğu şeyleri zevkle yapar hâle gelir. Kalp zikre bağlanınca itminana erer ve “El kârda gönül Yar’da” hükmünün mânâsı tecelli eder. Bu yüzden elin ne ile uğraştığından çok gönlün ne ile meşgul olduğu önemlidir. Çünkü “dervişin zikri ne ise fikri de odur.”

Kalbin en güçlü eylemi sevgidir. Bu yüzden Allah Rasûlü imanın lezzet ve halâvetini sevgi şartına bağlayarak buyurmuştur ki:

“Kendisinde şu üç haslet bulunan imanın tadını tadar:
1- Allah ve Rasûlü’nü her şeyden çok sevmek,
2- İnsanları yalnız Allah için sevmek,
3- Müslüman olduktan sonra küfre düşmekten cehenneme atılmaktan korkar gibi korkmak.” Buhârî, İmân, 8; Müslim, İman, 15

Rabt-ı kalbin; yâni gönle sâhip olmanın zıddı hızlandır. Hızlan desteksiz kalmak; kalbin tevfik bağının çözülmesi, Rabbin zikrinden gâfil olması, hevâsına uyması ve durumunu zâyi etmesidir. İnsan gönlü böyle bir teyidden mahrûmiyete dûçâr olunca iş zorlaşır. El ne ile meşgul olursa olsun, gönlü bir türlü “Yâr” ile buluşturmak mümkün olmaz.
Gönlün göze, kulağa ve diğer organlara etkisini, onu kurtarmadan kurtuluşun gerçekleşmeyeceğini Gönüller Sultânı Mevlânâ’dan dinleyelim. Diyor ki Hz. Mevlânâ:

Gözlerimiz, bakışlarımız gönüle uymuştur. Gönül isterse göz zehire bakar, yılana bakar; gönül isterse göz ibret alacağı, ders alacağı şeye bakar.
Gönül isterse, göz görülecek şeylere, dünyaya, dünya nimetlerine bakar, gönül dilerse göz mânâya, örtülü şeylere, ilâhi şeylere bakar.
Gönül isterse, gözleri külliyât tarafına sürer götürür. Gönül isterse onları cüz’iyyat’ta hapseder, bırakır.
Beş duyumuzun her biri, aynı su deposuna bağlı musluklar gibi, gönle bağlıdır. Gönlün dileği ile, emri ile iş görürler.
Dikkat ediniz, bütün bu işleri yapan hünerli el, aslında içte bulunan gizli bir elin emrindedir. O gizli el bedenimizin şu görünen elini maşa gibi kullanarak bu işleri yaptırmaktadır.
Eğer gizli el isterse, şu görünen el, düşmana karşı yılan gibi öldürücü olur. Yine gönül isterse, o el bir dosta karşı yardımda bulunur.
Acaba gönül bizde bulunan bu beş duyguya neler söylüyor, onlarla aralarında ne de gizli, akıl almaz bir anlaşma , ne şaşılacak bir buluşma var?
Gönül, Süleyman’ın mührünü elde etmiş, beden diyarında rûhânî ve nefsânî kuvvetlerin pâdişahı olmuş da bilinen görünen beş duyguyu emri altına almış, içte bulunan, görünmez beş bâtınî duygu da zaten onun emrinde.
On duygu, yedi uzuv, daha sayılamayacak , söylenemeyecek ne kadar çok şeylerin hepsi gönlün emrinde.
Bu padişâhlıkta, bu beden diyarında hileye sapmazsan, şu üç azılı şeytan; hırs, şehvet ve öfke şeytanları senin insanlık ve aşk yüzüğünü çalamaz.
Ondan sonra da adın sanın dünyayı tutar, bedenin gibi iki dünyaya hâkim olursun.
Eğer şeytan elinden aşk yüzüğünü, insanlık yüzüğünü alır giderse, pâdişahlığın yok olur; bahtın, mutluluğun ölür.

Gönül beden mülkünün hükümdarı olunca organlar onun hizmetkârı olur. Ama beden ve organlar gönle hükmetmeye kalkarsa…işte zor olan odur. Tasavvuf ricâline göre kalbi ifsâd eden; gönlü etkileyen şeyler beştir:

1- İnsanlarla lüzumsuz ve fazla ihtilat,
2- Gelecek kaygısı ya da tûl-i emel,
3- Allah’dan başkasına bağlanmak,
4- Çok yemek,
5- Çok uyumak.
Bunların tedâvisi de Mevlânâ’ya göre aşk ve sevgidir.

Dipnotlar: 1) el-Mutaffifin, 83/14. 2) Tirmizi, Tefsir sure, 4-6; İbn Mace, Zühd, 29; İbn Hanbel III, 495. 3) bk. en-Nisa, 4-88. 4) bk. el-Maide, 5/13. 5) el-İsra, 17/36. 6) (el-Kehf, 18/14). 7) Buhari, İman, 8; Müslim, İman, 15. 8) Mesnevi, 1.cilt, 3563 / 3581 arasındaki beyitler.

İSLAMİ SOHBETEl Kârda Ya Gönül,El Kârda Ya Gönül ne demek,El Kârda Ya Gönül önemi,islam,İSLAMİ SOHBET
İnsan aklı ve zekâsıyla düşünen, kalbi ve gönlüyle seven ve duygulanan, organlarıyla işleyip üreten; sonuçta kazanan ya da kaybeden bir varlık. İnsan hayatının temel öğesi kalb ve gönüldür. İnsan onunla sever onunla tanır ve onunla insanca yaşar. Aslolan organların, aklın ve gönlün aynı noktaya vurmasıdır. Akıl irâde merkezi olduğu...