Kötü alışkanlıkları önlemek

Kötü alışkanlıkları önleme yolları

 

Belağat iki unsuru: Mecaz ve Kinaye

Mecaz ve kinaye, herhangi bir dilin hususiyetlerinden ve özellikle Arap dili belâgatının temel unsur ve konularındandır. Bunları kısaca, söylenen sözden, lâfzın zahirinin taşımadığı mânâların kastedilmesi olarak tarif edebiliriz.

Mecaz ve kinaye ihtiva eden âyetler bir takım ihtilâflara konu olmuştur. Ehl-i Sünnet çizgisindeki fıkhî ve itikadî mezheplerin yorumlama keyfiyetinden kaynaklanan ihtilâflar çok önem arzetmemektedir. Ancak Ehl-i Sünnet yolundan inhiraf etmiş bir takım marjinal anlayış sahipleri bu konuyu çok suistimal etmişlerdir. Kadimden bu yana Kur’ân’ın bütününü veya mecazla uzaktan yakından ilgisi olmayan âyetlerini mecaza hamledenler olduğu gibi, içinde hiç mecaz bulunmadığını iddia edenler veya mecaza hamledilmesi gereken yerleri hakikat olarak değerlendirenler de olagelmiştir. Bunlardan birinciler, mecaz adı altında âyetleri diledikleri gibi yorumlamakta ve muhkemât dediğimiz kesinlik ifade eden ibareleri bile hiç alâkası olmayan mânâlara çekebilmektedirler. Batınî fırkalara ait görüşler bu kabilden olup, çalışmamız içinde bunlara temas edilecektir. Öte yandan, Kur’ân’ı mecaz ve kinayeden tamamen tecrid eden anlayış sahipleri ise, “yedullah, vechullah, istiva vs..” gibi meselelerde teşbihe kâil olabilmişlerdir.

Şâtıbî’nin (v. 790/1388) de vurguladığı gibi, dindeki inhirafların çoğu, 1. Nassların dilini yeterince bilmemek, o dile ait öِzelliklerden gafil olmak ve 2. Dinin ruhunu anlamamaktan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla dini, özellikle onun ana kaynağı Kur’ân’ı sıhhatli anlayabilmek için ihtilâflara sebep olabilen mecaz ve kinaye meselesi sağlam bir zemine oturtulmalı, yanlış anlayışlardan arındırılmalı ve suistimallere kapı açılmasına fırsat verilmemelidir. Biz, bu incelememizde mecaz ve kinayenin ne olduğunu, çeşitlerini ve örneklerini araştırmaya çalıştık. Daha sonra, meseleyi inşa-Allah Kur’ân-ı Kerîm temelinde değerlendirmeye gayret edeceğiz.

A.HAKİKAT VE MECAZ

1. Hakikat

Lugat yönünden pek çok mânâyı haiz “hak” kelimesinden müştak olan “hakikat” (İbnü’l-Manzur, 10:52), belâgat ilmindeki terim anlamıyla, ister dil, ister şeriat, ister örf ve isterse ıstılâh itibarıyla ilk ve en meşhur mânâsıyla kullanılan lafız diye tarif edilmiştir (Tavîle, 155). Meselâ “arslan” dediğimizde bildiğimiz hayvan kastedilirse, lâfız, hakikat mânâsıyla kullanılmış olur.

Vaz’ (Ortaya Konuluş) Bakımından Hakikatin Kısımları:

Hakikatin tarifinde bahsi geçen dört husus onun kısımlarını teşkil eder:

1. Lugavî Hakikat: Herhangi bir dilde vaz’edildiği anlamda kullanılan lafızdır. Başka bir ifade ile, bir dili konuşanların, neye delâlet etmesini istemişlerse onun için kullandıkları lafızlardır. Meselâ Türkçemizde “ay” denildiğinde dünyanın uydusu olan gökteki cismin kastedilmesi gibi (Tavîle, 157; Bilgegil, 128).

2. Örfî Hakikat: Halk arasında belli bir anlamda kullanılması yaygın olan lâfızlardır. Meselâ “et” denildiğinde daha çok kesimi yapılan hayvanların etleri (kırmızı et) kastedilir. Ancak “et” kavramı içinde balık eti gibi, yenilebilen başka et türleri de vardır. Bazen hakikat mânâsında konuşulmayan (mecaz olan) bir ibarenin kullanımı çok yaygınlaşırsa, sonradan mecaz olduğu unutulup, hakikat gibi telâkki edildiği de vâkidir. Meselâ; Arapça’da اَلْوَغَى (el-veğâ) kelimesi, önceleri savaştaki gürültü-patırtı mânâsında iken, sonradan hep “savaş” anlamında kullanılagelmiştir (Abdülcelil, 109).

3. Istılâhî Hakikat: İnsanların içinde belli grup, zümre veya meslek mensupları arasında kullanımları yaygın olan lâfızlardır. Meselâ, usûlcülerin âmm, hâss; nahivcilerin fâil, mef’ûl; mühendislerin üçgen, dِrtgen; doktorların tümör, metastaz gibi kavramları kendi dallarında yaygın olan hakikat kelimelerdir (Tavîle, 157).

4. Şer’î Hakikat: Şâriin hususî mânâda kullandığı ifadelerdir. Meselâ, salât (namaz), savm (oruç), hac… kelimeleri şer’an hakikî anlamlar taşıyan kelimelerdir (Zeydan, 310 ; Atar, 217).

2. Mecaz

Lugatta “bir mekândan başka bir mekâna geçmek, intikal etmek” mânâsındaki “cevaz” kökünden türetilmiş olan mecaz (el-Haşimî, 290), şu şekilde tarif edilmiştir: Hakikî mânâsının anlaşılmasına engel teşkil eden bir karineyle beraber, bir alâkadan (ilişkiden) dolayı, vaz’edildiği mânânın dışında kullanılan lâfızdır (Emin – el-Cârim, 171). Başka bir deyişle, bir münasebetten dolayı ikinci bir mânâda kullanılan söze mecaz denir (Kocakaplan, 97). Meselâ, hicret eden Peygamber Efendimiz Medine’ye ulaştığında halkın “طَلَعَ الَبدْرُ عَلَيْنَا مِنْ َثنِيَّاتِ اْلوَدَاعِ-Seniyyat-ı Vedâ’dan –Vedâ Tepeleri– üzerimize dolunay doğdu. şeklindeki sözlerinde mecaz vardır. Burada “bedir” hakikî mânâsında kullanılmamıştır. Çünkü kastedilen, gökteki ay değildir. Bedrin, hakikî mânâsına yani gökteki ay olarak anlaşılmasına mâni karine ise “seniyyât-ı vedâ” dır (veda tepeleri), zira hakikî ay, bir tepeden çıkıp gelmez. Buradaki bedirden gökteki ay kastedilmediğine göre başka bir şey kastedilmektedir ki o da, Efendimiz’dir (s.a.s.). Bu mecaz misalinde müşâbehet (benzerlik) alâkasından söz edilebilir (Tavîle, 156). Dolunay karanlık geceleri aydınlattığı gibi, Efendimiz de karanlık hayatları aydınlatmıştır.

Mecazın Çeşitleri:

Mecaz, kendisinde bir alâkanın varlığı ve yokluğu bakımından ikiye ayrılır: 1. Mecaz-ı lugavî. 2. Mecaz-ı aklî (Emin – el-Cârim, 69-122).

1. Mecaz-ı Lugavî: Hakikî anlamın kastedilmesine mâni bir karine ile bir lâfzın mevzuu dışında (vaz’edildiği anlamı dışında) kullanılmasıdır. Mecaz olan ifadede hakikî mânâ ile mecazî mânâ arasındaki alâka, müşâbehet (benzerlik) veya başka bir şey olabilir. Mecaz-ı lugavî, kendi içinde kısımlara ayrılır (Emin – el-Cârim, 76-77).

a) İstiâre: Kendisindeki alâkanın daima müşâbehet olduğu lugavî mecazdır. İstiâreye bir tarafı hazfedilmiş teşbih de diyebiliriz (el-Haşimî, 303). Meselâ;
“اَللهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ – Allah, iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan nura çıkarır.” (Bakara/2: 257) âyetinde “zulümât” ve “nur” kelimeleri hakikî mânâlarının dışında kullanılmışlardır. Zulümâttan kastedilen “dalâlet”, nurdan kastedilen ise “hidayet ve iman”dır. Âyet, aslında şu mânâyı ihtiva etmektedir: “Allah, onları karanlıklar gibi olan dalâletten, nur gibi olan hidayete çıkarır.” Burada teşbihin müşebbeh (benzetilen) kısmı hazfedilerek, bir mecaz çeşidi olan istiâre yapılmıştır (Tavîle, 161).

b) Mecaz-ı Mürsel: Mecazda alâka müşâbehet dışında bir şey olursa, buna mecaz-ı mürsel denir (el-Haşimî, 291). Bu bahiste otuza yakın alâka sayılmıştır. Bunun da ayrıntısına girmeden en çok kullanılanları zikretmekle yetiniyoruz:

1. Sebebiyet: Sebebi söyleyip müsebbebi kastetmektir. Meselâ; Araplar “Hayvanlar yağmur otladı.” derken, yağmur ile otları kastederler, zira yağmur otların sebebidir (Tavîle, 164).

2. Müsebbebiyet: Neticeyi sِyleyip, bundan sebebi kastetmektir. Meselâ, tefsirciler, “وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَآءِ رِزْقًا – Sizin için semâdan rızık indirir.” (Mü’min/40: 13) âyetinde geçen rızıktan, onun sebebi olan yağmurun kastedildiğini belirtmişlerdir (Tavîle, 164).

3. Cüz’iyet: Parça sِylenip bütün kastedilir. Meselâ; “فَكُّ رَقَبَةٍ – Boyunu salıvermek” (Beled sûresi, 90/13) ibaresinde boyundan kastedilen, insanın kendisidir (Bilgelil, 169).

4. Külliyet: Bütün zikredilerek parça kastedilir: “جَعَلُواأَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ -Parmaklarını kulaklarına tıkadılar” (Nuh/71: 7). Burada kastedilen parmakların hepsi değil, uçlarıdır (Bilgegil, 170.

5. Mâziyet: Bir şeyin öncesini zikredip, bulunduğu hâli kastetmektir: Hz. Nuh’un (a.s.) duasında dediği gibi “وَآتُوا الْيَتَامَى أَمْوَالَهُمْ -Yetimlere mallarını veriniz” (Nisa/4: 2). Yetim, babası ölen küçük çocuk demektir. Âyette ise malların kendisine verilmesi emredilen kişi, artık rüşd çağına erip çocukluktan çıkmıştır (Tavîle, 165).

6. Müstakbeliyet: Bir şeyi sonradan alacağı durum ile zikretmektir: “وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لاَ تَذَرْ عَلَى اْلأَرْضِ مِنَ الْكَافِرِينَ دَيَّارًا إِنَّكَ إِنْ تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلاَ يَلِدُوا إِلاَّ فَاجِرًا كَفَّارًا “ -Nûh: “Ya Rabbî, dedi, yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma! Zira bırakırsan onlar Senin kullarını Senin yolundan saptırırlar ve sadece kendileri gibi facir, kâfirden başka doğurmayacaklar” (Nuh/71: 26-27). Esasen doğan yeni çocuk kâfir veya facir değildir. Âyette söz konusu olan, bunların ileride kâfir ve facir olacaklarıdır (Tavîle, 165).

2. Mecaz-ı Aklî: Bir fiilin veya fiil mânâsındaki bir şeyin (ism-i fâil, ism-i mef’ûl veya masdar gibi) olması gereken yerin dışında bir şeye isnad edilmesidir (el-Haşimî, 296). Meselâ “İstanbul’un caddeleri çok kalabalıktır.” Dediğimizde, burada bir mecaz-ı aklî göze çarpmaktadır. Zira kalabalık olan caddeler değil, caddelerdeki insanlardır. Bu tür mecazda da, 1. Zamana isnad (“Zaman onu üzdü” cümlesindeki gibi..), 2. Mekâna isnad (“Nehirler akıttık.” cümlesinde olduğu gibi. Aslında akıtılan nehirler değil, ondaki sudur.), 3. Sebebe isnad, 4. Masdara isnad, 5. Fâile olması gerekirken mef’ûle isnad, 6. Mef’ûle olması gerekirken fâile isnad gibi alâkalar sayılmıştır (el-Haşimî, 297).

B. SARİH VE KİNAYE
1. Sarih

Söylendiği zaman kastedilen mânânın açık olarak anlaşıldığı lâfızlardır. Sarih ifade, çok kullanılmasından dolayı anlaşılması için bir karineye, tefsire, açıklamaya ihtiyaç bırakmaz (Atar, 222).

2. Kinaye

Kinaye ise, vaz’olunduğu mânânın dışında kullanılan bir lâfızdır, ancak aslî mânâsının da murad olunması mümkündür (Bilgegil, 134; Haşimî, 345). Mecaz ile aralarındaki fark buradadır. Yani mecazda aslî mânânın kastedildiğine mâni bir karine varken, kinayede böyle bir karine yoktur; dolayısıyla kastedilen aslî mânâ da olabilir (el-Haşimî, 345). Meselâ; “زَيْدٌ طَوِيلُ النِّجَادِ -Zeyd, kılıcının bağı uzun olan birisidir.” denildiği zaman, bu Zeyd’in uzun boylu olmasından kinayedir. Zira kılıcın bağının uzun olması, sahibinin uzun olmasını gerektirir. Bununla beraber bundan, kılıcın bağının uzun olduğunu anlamak da mümkündür. Yani bu cümlede aslî mânâ da kastedilmiş olabilir. (el-Cürcanî, 66).

Kinayenin Çeşitleri:

Kinaye, ortaya konulurken kullanılan vasıtalar açısından dört kısma ayrılır:

1. Telvih: Eğer kinayede mânâlar arasındaki vasıtalar çok olursa buna telvih denir (Bilgegil, 176). Meselâ; Arapça’da “adamın külünün çok olması” cömertliğinden kinayedir. Çünkü kül, çok odun yakmaya; bu, çok yemek pişirildiğine; bu da, çok misafiri olup onları cömertçe ağırladığına delalet eder (Tavîle, 178).

2. Remiz: Eğer uzak ve yakın mânâlar arasındaki vasıtalar az ve gizli olursa, kinaye remiz adını alır (Bilgegil, 177). Meselâ; Arapça’da “Filânca istirahat edenlerdendir.” denildiği zaman bundan, o insanın tembel ve aptal olduğu anlaşılır (Tavîle, 178).

3. İma ve İşaret: Bunda da vasıta az olup, ima ve işaret vardır. Meselâ; “Fazilet, filânın gittiği yöne doğru gitti.” Denilirken, faziletin o şahsa nispet edildiği anlaşılır (a.y.)

4. Ta’riz: Kelâmın mutlak bırakılıp, ne kastedildiğinin siyakından anlaşıldığı sözlerdir. Meselâ; insanlara zarar veren kimseye “İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.” denilmesi gibi (a.y.).

C. MECAZ VE KİNAYENİN BELÂGATTAKİ YERİ

Dilcilerin hepsi kinayenin ifsahtan, ta’rizin tasrihten ve mecazın hakikattan daha beliğ olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Gerçekten de mecaz ve kinaye ihtiva eden sözlere bakıldığında, bunlar tasrih edilirse sözün güzelliğini kaybettiği görülür. Meselâ; “ayağının biri ileri biri geri gidiyor” meâlindeki tereddüt ifade eden Arapça deyimi açıkça anlatmaya kalkışsak ve şöyle desek: “Tereddüt ediyorsun, ‘gideyim mi gitmeyeyim mi’ diyen insan gibisin. Önce bir adımını ileriye doğru atarken, diğerini geri atmak suretiyle mütereddit davranıyorsun.”, hem çok konuşarak israf-ı kelâm yapmış hem de bu veciz sözün güzelliğini bozmuş oluruz (el-Cürcanî, 108).

Mecaz, bir mânânın ifade edilmesinde en güzel yollardan birisidir. Bu sanatla mânâ, maddî sıfatlardan sıyrılarak dinleyenin gözleri önüne serilir. Mecazı Araplar konuşmada genişliğe ve zenginliğe imkân verdiği için çokça kullanmışlardır. Ayrıca lâfızlara kattığı incelik ve zerafetten dolayı gönüllere hoş geldiği için de Araplar mecazı bütün çeşitleriyle kullanmışlar, nesir ve şiirlerini bu sanatla süslemişlerdir (el-Haşimî, 290).

Mecazda mânâ alışılmışın dışında yeni medlûllere intikal eder. Böylece lâfızlara genişlik, derinlik ve fikrî yoğunluk kazandırılır. Lâfızlar sadece hakikat (yalanın zıddı mânâsında değil, yukarıda geçen ıstılâhî mânâsında hakikat) ifade etse idi, dil donuklaşır ve güzelliğini kaybederdi. Mecazın bir başka belâgat yönü ise, kasdedilen mânânın veciz bir şekilde ifade edilebilmesidir (Tavîle, 173).

Anlaşılması zor mücerred hakikatler, mecaz ve kinaye ile müşahhaslaştırılarak anlaşılmasına yardımcı olunur. Onun için nasslarda, insan idrakinin kavramakta zorluk çekeceği hususlar mecaz ve kinaye yolu ile irad edilmiştir. Böylece hem mânânın anlaşılmasına imkân verilmiş, hem de insanı büyüleyen bir üslûp ortaya konulmuştur. Ayrıca, kinaye yolu ile çirkin veya edebe muhalif sayılabilecek olmakla birlikte söylenilmesi gerekli olan şeylerin, kulağa hoş gelecek bir tarzda ifadesi de mümkün olur (Tavîle, 179-180) Bütün bunların yanında, mecazdan mânânın tekit edilmesi gayesi de güdülür (İbn Manzur, 10:52).

D. HÜKÜM ÇIKARMADA MECAZ VE KİNAYE
1. Mecazın Hükmü

Fıkhî hüküm istinbatında, lâfzın hakikat mânâsı mecaza tercih edilir. “Kelâmda aslolan mânâ-yı hakikattir.” şeklindeki Mecelle’nin 12. maddesi de bunu ifade eder. Lâfız hakikat mânâsıyla anlaşılıyorsa hakikat olarak alınır, hakikat mânâsı bir şey ifade etmiyorsa ve bir karine varsa mecaza hamledilir. Meselâ; bir kişi “veled” (çocuk, evlât) tabir ederek vasiyette bulunmuşsa ve çocuğu da yoksa vasiyet edilen mal torununa verilir. Zira “veled”, hakikî mânâda çocuk, mecazî mânâda ise torun için kullanılır (Zeydan, 314).

2. Kinayenin Hükmü

Kişinin kullandığı lâfız sarih ise (ister mecaz ister hakikat olsun, kendisinden kastedilen mânânın çokça kullanılmasından dolayı açık olan lâfız) niyete bakılmaksızın gereği sabit olur. Meselâ; birisi “evimi sattım” dedikten sonra “satmaktan kiralamayı kastettim” dese, bu sözüne itibar edilmez. Çünkü “sattım” ifadesi alış-veriş akdi için sarihtir. Kinayede ise niyet ve hâlin delâletine bakılır. Meselâ; karısına “sen bâinsin” dediğinde, bundan hem maddî ayrılığı (şehirden veya evden ayrı kalmak gibi) hem de boşanma mânâsındaki ayrılığı kastetmiş olabilir. Burada kişinin niyeti ve hâlin delâleti önemlidir. Dolayısıyla hüküm bunlara göre şekil alır.

Bir de İslâm Hukuku’nda kinaî lâfızlarda hadlerin düşmesi, kinaye ile ilgili hükümlerdendir. Meselâ; Arapça’da “Filân filâncaya yaklaştı.” meâlindeki söz zinadan kinaye olarak kullanılır. Ancak bundan başka bir mânâ da kastedilmiş olabileceği için, duruma göre zina veya iftira haddi sabit olmaz (Zeydan, 316).

Kaynaklar

Abdulcelil, Muhammed Bedri, el-Mecaz ve eseruhû fi’d-dersi’l-lugavî, Beyrut 1986/1406.
Atar, Fahrettin, Fıkıh Usûlü (M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Yayınları), İstanbul 1992.
Bilgegil, M. Kaya, Edebiyat ve Bilgi Teorileri, İstanbul 1987.
el-Cürcânî, Abdulkahir, Delâilü’l-i’caz, Dımeşk 1987/1407.
Emin, Mustafa – el-Carim, Ali, Belâgatu’l-vâzıha (Eda Neşriyat), İstanbul trs.
el-Hâşimî, Ahmed, Cevahiru’l-belâga fi’l-meânî ve’l-beyâni ve’l-bedî’ (Kahraman Yayınları), İstanbul 1984.
İbn Manzur, Ebû’l-Fazl Cemaleddin Muhammed b. Mükrim, Lisanu’l-Arab, Beyrut 1994/1414.
Kocakaplan, İsa, Açıklamalı Edebî Sanatlar (M.E.B. Yayınları), İstanbul 1996.
Tavîle, Abdulvehab Abdusselâm, Eseru’l-luga fî ihtilâfi’l-müctehidîn (Dâru’s-Selâm), Mısır trs.
Zeydan, Abdulkerîm, Fıkıh Usûlü (çev. Ruhi Özcan) (M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Yayınları), İstanbul 1993.

https://www.islamisite.net/wp-content/uploads/2017/12/indir-1.jpghttps://www.islamisite.net/wp-content/uploads/2017/12/indir-1-150x94.jpgmuslumangencİSLAMİ SOHBETBelağat iki unsuru: Mecaz ve Kinaye,Belağat iki unsuru: Mecaz ve Kinaye önemi,dini sohbet,iSlami Chat,İSLAMİ SOHBET,kinaye nedir,kinaye önemi,mecaz nedir,mecaz önemi
    Belağat iki unsuru: Mecaz ve Kinaye Mecaz ve kinaye, herhangi bir dilin hususiyetlerinden ve özellikle Arap dili belâgatının temel unsur ve konularındandır. Bunları kısaca, söylenen sözden, lâfzın zahirinin taşımadığı mânâların kastedilmesi olarak tarif edebiliriz. Mecaz ve kinaye ihtiva eden âyetler bir takım ihtilâflara konu olmuştur. Ehl-i Sünnet çizgisindeki fıkhî ve itikadî...