besmele

ak47smoke7qx0yard0

Allaha Bağlanış ve Yönelişte Edeb
Konumuza Hazret-i Peygamber’ in bir hadis-i şerifleriyle başlamak isterim. Ebu Davud’un naklettiği bu hadiste Rasûllullah şöyle buyuruyor:
“Büyüklerimizin hakkını vermeyen, küçüklerimizi sevmeyen bizden değildir.”(1)Şüphe yok ki, bu hadiste zikredilen “büyüklerin hakkı”ndan maksat, onların layık oldukları mertebeye yükseltilmeleri ve hak ettikleri saygı ve hürmeti görmeleridir. “Bizden değildir” sözünden maksad da “Gerçek mü’minlerle bir arada anılmaya layık görülmeyişleri”dir. Yoksa bu söz, “dinden çıkar, kafir olurlar” manasında anlaşılmamalıdır. “Büyüklerimiz” tabiriyle de: genel olarak anne ve babalar, insanlık alemine hayırlı ve yararlı işleriyle fayda sağlayan ilim adamlarımız, din büyüklerimiz, öğretmenlerimizle yaşça büyük olan ve saygı ve hürmete değer görülen her insan kasd edilmiş olabileceği gibi özellikle de İslâm, iman ve takva sebebiyle büyük olanların kasd edildiği de muhakkaktır.
Büyük, en büyük (ekber) denilince, azîz ve celîl olan Allah’ı anmamak, her an tekrarlanan nimetlerinden dolayı O’na hamd-ü senada bulunmamak aklı başında bir kul için doğru değildir. Zamanın, tesbit edilebilen en küçük bir parçasında dahi bizlerden ilişkisini ve ihsanını kesmesi halinde (hızlan) helakimizin kaçınılmaz olacağı; bizim de her an Allah’ı zikirle görevli oluşumuz bakımından Yüce Rabbimizi tanımamız, hakkı olan ta’zîm ve hürmet görevimizi ifa ederken adab ve erkana riayet etmemiz, bizler için içtenlikle yapılması gerekli bir görevdir. Bu münasebetle Allah’ a yönelik taat ve ibadetlerimizde uymamız gereken adab ile konumuza başlıyoruz.
ALLAH’A KARŞI MÜ’MÜNLERİN ADÂBI:
Yüce Allah, “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (2) buyuruyor.
İbadet kelimesi lügatte: “Boyun eğmek, saygı duymak, yardım istemek, emre itaatin en son mertebesinde bulunmak; Allah’ın emir ve yasakları karşısında asla isyankar bir davranışa girmemek” gibi manalara gelmektedir.
Emre itaatin en son derecesinde olmak anlamına gelen “ibadet” kelimesinin Allah’tan başkası için kullanılması caiz görülmemiştir. Çünkü en büyük nîmet ve ihsanın sahibi olan Allah (C.C.) emir ve yasaklarına boyun eğip ibadet edilmeye de ziyadesiyle layıktır. O’ndan başka ibadete layık hiç bir varlık yoktur. (3)
İnsanlar da birbirlerinin emir ve yasaklarına uyarlar ama, “Allah’a isyan olan yerde kula itaat caiz olmadığı” için, itaatin ibadet derecesi kul için doğru bir davranış olmaz. Kayıtsız şartsız itaat ancak Allah içindir. Bu sebeple, insanın insana “Sana tapıyorum,” veya “Kayıtsız şartsız her emrine amadeyim” gibi sözler söylemesi dahi iman bakımından son derece tehlikelidir.
1- Allah’a itaat ve ibadette samimiyet:
Aziz ve Celil olan Allah’ın emir ve yasaklarına itaat ederken istekli olmak ve içten gelerek ibadet etmek şüphe yok ki ibadetin ilk şartıdır. İstemeyerek (kerhen) veya başka maksatlarla gösterilen itaatin kabule şayan addedilmeyeceği kelimenin manasından da anlaşılmaktadır. Zira Allah Teâlâ, Hz. Meryem’e hitapla: “Ey Meryem, Rabbına gönülden gelerek boyun eğ (ibadet et) secde et, rüku edenlerle birlikte sen de rüku et”(4) buyururken İslâm Ümmetine de: “Sizden Allah’a ve Peygamberine içten gelerek itaat edip hayırlı işler yapanlara mükafatlarını iki kere veririz. Ayrıca onlar için cömertçe rızık hazırlamışız” (5) ayetiyle, ibadetlerini içtenlikle yapmalarını tavsiye etmiştir.
Bu ve daha birçok ayetlerden anlaşılıyor ki, Allah’ın kullarından beklediği itaat ve ibadetlerin, gönülden isteyerek ve içtenlikle yapılmasıdır.
Hz. Peygamber de ibadetlerin en güzelini “ihsan derecesinde olan” diye belirtmiş ve bunu meşhur Cibril hadisinde şöyle açıklamıştır.
“İhsan: Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Sen O’nu her ne kadar görmesen de O seni mutlaka görmektedir.” (6) Bu demektir ki, Allah için ibadet ederken samimi, ihlaslı ve dikkatli olmak; adab ve erkana riayet etmek ve kusur işlememeye gayret göstermek gerekir. Neyi, niçin yaptığının farkında olmadan, ibadetlerin erkanına uymadan, sırf yapmış olmak için yapılan itaat ibadet sayılmaz.
2- Allah hakkında konuşurken sözlere dikkat etmek:
Genellikle insan, nimetinden istifade ettiği, zaman zaman fayda gördüğü yahut da iyilik ve merhametini umduğu kimselere karşı minnettar duygular taşır. Böylesi bir şahsa, saygı ve hürmet göstermek ister. Söz ve davranışlarıyla da bu duygularını ifade etmeye çalışır. Mesela, kibar bir insan saygı duyduğu bir büyüğüne “sen” diyerek değil “siz, sizler” şeklinde hitap eder. Hatta daha fazla saygı duyduğunu ifade etmek ve nazik olmak için: “siz” yerine de “zat-ı alîniz” gibi ifadeler kullanır.
İnsanlarda, bir nezaket kuralı olan ve içten geliyorsa, gayet yerinde olan bu nevî davranış şekillerine, Kur’an’ın pek çok yerinde de rastlamak mümkündür. Misal vermek gerekirse: Kur’an’ın özeti olarak nitelendirilen Fatiha Süresinin başındaki bir kaç ayeti zikr edebiliriz. Burada “Hamd, alemlerin Rabbı olan Allah içindir. (O) Rahman ve Rahimdir. (O) din gününün (kıyamet gününün) sahibidir” denilirken, her an için Allah’ın huzurunda olan bir kulun, Allah’a (azze ve celle) muhatap olma durumundan kendini aciz kabul edip, yanında olmayana söylüyormuş gibi bir ifadeyle (muhatap yerine gaip sıygasını kullanarak) sureye başlaması, Allah Teâlâ’nin öğrettiği güzel bir nezaket kuralıdır. Çünkü böyle bir ifade tarzı kibar ve nazik olmanın en son derecesidir. (8)
Yine Kur’an’da Allah Teâlâ, vahdaniyetinin kesin, buna inancımızın da tam olmasına rağmen kendisinden bahsederken, bazan “ben” yerine “biz” tabirini kullanmaktadır. ‘Hiç şüphe yok ki, zikri (Kur’an’ı) biz indirdik ve onun koruyucusu da biziz.” (9) “Ölüleri diriltecek olan da muhakkak biziz, biz.” (10).
Bu iki ayette görüldüğü gibi Yüce Rabbımızın bu şekildeki ifadesi azamet ve büyüklüğünü belirtmek içindir. Bu ve benzeri ayetleri okuyan mü’minlerin de Allah’ın bu azametini manada kabul ettikleri gibi lafızlarla da ifade etmeleri gayesiyle Kur’an’da bu şekilde telaffuz edilmiştir diyebiliriz.
3- Allah’tan geleni saygı ile karşılamak, isyankar davranışlarda bulunmamak:
İnanıyoruz ki, hayır veya şer olsun her şeyin yaratıcısı, Allah Teâlâ’dır. Kul yaptıklarıyla imtihan olunmak maksadıyla, dünyada akıl ve iradesiyle birlikte serbest bırakılmıştır. Aklı ile neyi uygun görür ve iradesiyle de isterse, Allah (C.C.) onu yaratır. Hayırlı olanları isteyerek ve seve seve, kötü olan şeyleri de hoşlanmadığı halde yaratır. Bu konu Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir: “İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendiniz içindir.” (11) Başka bir ayette de: “Kim hayırlı bir iş yaparsa kendinedir. Kim de kötü bir iş yaparsa kendi aleyhinedir. Sonunda Rabbınıza döndürülür, yaptıklarınızın hesabını verirsiniz.” (12)
Bu ayetlerde açıkça ifade ediliyor ki, her ne yaparsa, isteyen kul, yaratan da Allah Teâlâ’dır. Bu durumda insanın kendi leh ve aleyhine istediği ve yaptığı şeyden dolayı başkalarını, özellikle de Allah’ı (haşa) suçlaması doğru bir davranış olabilir mi?
Bir de Allah Teâlâ, kullarının iman gücünü, Allah yolundaki sabır ve sebatını deneyip neticede muvaffak olanları daha fazla mükafatlandırmak için mü’minleri bazen çeşitli belalara mübtela kılar. Aşağıda kaydedeceğimiz ayetler bu durumu açıkça belirtmektedir. “İnsanlar sadece inandık demeleriyle terk olunup bazı musibetlerle imtihan olunmayacaklarını mı zannettiler?” (13) Başka bir ayette de: “Biz elbette sizleri, biraz korku, biraz açlık biraz da mal, can ve evlat noksanlaştırılmasıyla deneriz. Sabredenleri müjdele. (14)
Hal böyle olmasına rağmen bazen müslümanlar arasında eşini, evladını kaybeden; evi, malı veya canı zarara uğrayan birtakım insanlar, güya acısının büyüklüğü sebebiyle Allah’a serzenişte bulunur, isyankar davranışlar içerisine girerler. Gerçek bir mü’mine yakışmayan bu haller, Meariç suresinde şöyle ifade edilir:
“İnsan sabrı kıt ve hırsına düşkün olarak yaratılmıştır. Kendisine bir şer dokundu mu derhal feryadı basar. Ona hayır isabet edince de oldukça cimri davranır.” (15)
Halbuki hakiki mü’min, acısı ne kadar büyük olursa olsun sabır ve dua ile Allah’a sığınıp sözleriyle istirca’da bulunmalıdır. Böylesi durumlarda en sevgili oğlunu kaybeden Yakup (AS)’ın haberi işitir işitmez söylediği “sabır en güzel bir dayanaktır” (16) sözünü, Hz. Peygamber’ in sık sık yaptığı “Allah’ım, senden dolayı yine sana sığınırım” mealindeki duası bizlere örnek olmalıdır. Özellikle de Allah’a karşı edepli olmanın niteliğini taşıyan daha güzel bir örneği de İbrahim (AS)’ın şahsında Allah Teâlâ Kur’an’da şöyle açıklamıştır: Hz. İbrahim muarızlarına seslenerek, “Benim dostum ancak alemlerin Rabbı olan Allahtır. Beni yaratan ve doğru yola eriştiren O’dur. Beni doyuran ve içiren O’dur. Hasta olduğum zaman bana şifa veren de O’dur.”(17) Dikkat edilecek olursa, İbrahim (AS) hayırlı olan şeyler için “veren O’dur.” derken hastalığı için “beni hasta eden O’ dur.”tabirini kullanmamıştır. Çünkü böyle bir ifade nede olsa bir şikayet manası hissedilmektedir. İbrahim (AS) böyle bir ifade tarzını, mü’minin terbiyesine ve nezaket ölçülerine uygun bulmamış olacak ki, ayette zikredilen tüm nîmetleri Allah’a, isnat ederken hastalığını kendisine hamletmiş, “hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur” demiştir. Bunun bir benzerini yine Kur’an’da görmekteyiz. Fatiha Suresinin son bölümünde; “Bizi sırat-ı müstekîme, nîmet verdiğin kimselerin yoluna erdir. Gazaba uğrayanların yoluna değil” (18) derken, yine Allah Teâlânın öğrettiği bir terbiye gereği olarak hidayet Allah’a nispet edilirken, doğru yoldan saptırma (ıdlal) Allah’a nispet edilmemiştir. Yine “Gazab ettiğin kimselerin” yerine, edeben “Gazaba uğrayanların” tabiri kullanılmıştır.
Aynı nezaket örneğini, Rasûlullah’ın okuduğu Kur’an’ı dinlemek üzere gelen cin taifesinde de görmekteyiz. Allah Teâlâ cinlerin mü’minleri lisanıyla olayı Kur’an’da şöyle nakletmiştir: “Biz nereden bilelim, yeryüzündekiler için istenilen şer midir? Yoksa Rab’ları onlar için hayır mı murad etmiştir?” (19) Bu ayette de şerrin istenmesi doğrudan doğruya Allah’a isnad edilmemiştir. Buna benzer misalleri Kur’an’dan çoğaltmamız mümkündür. Fakat konuyu uzatmak istemiyoruz.
Mü’min-i kamillerden biri de şöyle dua etmiştir: “Allah’ım, hayrın tamamı senin elindendir, fakat şerri sana asla isnad edemem.” (20)
Öyleyse nasıl bir sıkıntı içerisinde olursak olalım, Allah’tan geleni sabır ve dua ile karşılamalıyız. sabırsızlıkla asla serzenişte bulunmamalıyız. Özellikle de Allah (C.C.) için kullanılması doğru olmayan sözler sarf etmemeliyiz. Zira mü’min-i kamile bunlar yakışmaz.
4- Feleğe kahr etmek:
Yine müslümanlarımız arasında yanlış bir adet olarak mevcut olan bir durum da feleğe kahr etmek, ona sövmek ve acayip sözler sarf etmektir. Bu durum folklorumuza yerleşmiş olup bilhassa ağıtlarda yaygın hale gelmiştir. Felek, lügat manası itibariyle “gökyüzü, boşluk, sema” gibi anlamlara gelmektedir. Mecazi olarak da, “insanın kaderine hükmeden görünmez ve bilinmez bir gücün sembolü” halinde edebi eserlerde kullanılmaktadır. Kaderden şikayetler, kadere kafa tutmalar “felek”e söylenmiştir. “Kambur felek” tabiri de bu maksatla söylenen sözlerdendir.
Araplar da başlarına gelen acı ve felaketlerin sebebi olarak zamanı (Dehr) suçluyorlardı. Uğradıkları ölüm, hastalık, mallarının zarara uğraması gibi felaketler sebebiyle “Ya haybete’d-dehr” tabirini kullanıyorlardı. “Bizi ancak zaman helak eder”(21) sözleri de bu maksatla söylenmiştir, işte bu sebeple Allah Teâlâ bir hadis-i kudsisinde: “Ademoğlu zamana sövmekle bana eziyet ediyor. Dehr benim; bütün işlerin yaratıcısı da yine ben”(22) buyurmuş, müslümanları cahiliyye devrine ait olan bu adetten men etmiştir. Çünkü şahıs, başına gelen felaketi “dehre” veya “zamana” yüklemekle olayların yaratıcısı olarak Allah’tan başka bir gücün varlığına inanmış olmaktadır. Bu gibi düşünce ve davranışların bir müslümana yakışmadığını bilmeli ve böyle hallerden sakınmalıyız.
________________________________________
Dipnotlar: 1) Ebu Davud, es-Sünen, K.Edeb, 66, 4943.H.,V/232. 2) ez-Zariyat, 51/56. 3) ez-Zemahşeri, el-Keşşaf,1/62, er-Razi, Mefatihu’l-Gayb,1/242 vd. 4) Al-i İmran, 3/43. 5) el-Ahzab, 33/31. 6) Buhari, es-Sahih, K.Tefsir, Vl/20. 7) el-Fatiha, 1/3. 8) Keşşaf, 1/63 vd.; Kurtubi, Tefsir, 1/1450, Ebu Hayvan, el-Bahr, 1/24. 9) el-Hicr, 15/9. 10) Yasin, 36/12. 11) el-İsra, 17/7. 12) el-Casiye, 45/15. 13) el-Ankebut, 1. 14) el-Bakara, 2/155-157. 15) el-Mearic, 70/19-21. 16) Yusuf, 55. 17) es-Şuara, 26/77-80. 18) el-Fatiha, 1. 19) el-Cinn, 72/10. 20) es-Sabuni, Revaiu’l-Beyan tefsiru ayati’l-Ahkam, 1/43. 21) el-Casiye, 45. 22) Buhari, es-Sahih, K.Edep, 6/166; Müslim, es-Sahih, K.Elfaz, H.No:2246, IV/1762; Ebu Davud, es-Sünen, K.Edep, 181, H.No:5274, V/423.

muslumangencALLAH (C.C.)İSLAMİ SOHBETAllah yolunda nasıl giderim,Allaha Bağlanış,Allaha Bağlanış ve Yönelişte Edeb,islam,İSLAMİ BİLGİLER,İSLAMİ SOHBET
Allaha Bağlanış ve Yönelişte Edeb Konumuza Hazret-i Peygamber' in bir hadis-i şerifleriyle başlamak isterim. Ebu Davud'un naklettiği bu hadiste Rasûllullah şöyle buyuruyor: 'Büyüklerimizin hakkını vermeyen, küçüklerimizi sevmeyen bizden değildir.'(1)Şüphe yok ki, bu hadiste zikredilen 'büyüklerin hakkı'ndan maksat, onların layık oldukları mertebeye yükseltilmeleri ve hak ettikleri saygı ve hürmeti görmeleridir. 'Bizden...