Neden Bildiklerimizle Amel Etmiyoruz

Neden Bildiklerimizle Amel Etmiyoruz

SOHBET
NIÇIN BILDIGIMIZ HAYIRLI ILIMLE AMEL EDEMIYORUZ?
(Niçin Müslümanligi Yasamiyoruz? )
Niçin bildigimiz hayirli ilimle amel edemiyoruz?
Niçin günahlarin zararlarini bildigimiz halde terk edemiyoruz?
Niçin dünyanin fânî oldugunu, ölümün her birimizin üzerine gelecegini bildigimiz halde kabire hazirlanmiyoruz?
Bunlar düsündürücüdür.

Bunlarin sebeplerini yine tasavvufî hayattan enbiya-i izamin, arifibillah ve mürsid-i kâmillerin bilgieriyle anlamaya çalisacagiz.

Söylece bilinsin ki, bütün bularin sebepleri, dünyanin cazibesi, seytanin igvasi,
kötü arkadaslarin kötülügü ile onlarla ahbaplik kurmak ve bunlara sebep olan insan bünyesindeki nefsin sifatlaridir.
Arifibillahlar buyurdular ki, nefsin ilk sifati vücutta nefs-i emmaredir.
Ayet-i kerimede “emmaretün” seklinde telaffuz edilmis olup “kötülügü siddetle emreden” manasini tasimaktadir.
Nefsi emmarenin seyri, ibadet ve taatla Allah’a karsidir.
Bulundugu âlem, sehadet âlemidir. Nefsin mahalli insanin sadri, vücûdudur.
Nefsin meyil üze-rindedir. Neye karsi? Allah’in emir ve yasaklarina karsidir.
Nefs-i emmare lezzet ve safa ister. Sifatlan onikidir:
Küfür, cehalet (bilgisizlik anlaminda olmayip hayri serden, hidayeti delâletten ayirmamak anlamindadir.)
kibir, kin, intikam, sehvet, gazap, menfaat, söhret…vb. dir. Islahi

için nefsin dayanagi Peygamberimiz Muhammed (S. A. V) in bize bildirdigi yoldur.
Bunun disinda hiçbir yolla nefsi islah etmek mümkün degildir.
Nefsin, saydigimiz bu kötü sifatlari terbiyet ve tezkiye olmadikça Allah’a ubudiyet imkâni olamaz.
Nefsi emmare insana en büyük düsman, sinnî kemale ermemis bir bilgisizlik yoludur.
Sinnî kemale ermek yasça degil basça olur. “Kemalat yasta degil bastadir” denilmesi bundan dolayidir.
Nice gençler vardir, Allah dostu olmustur. Nice yasli insanlar da vardir fakat efelleri nefs-i emmarenin sifatidir.
Nefsin en siddetli arzusu Allahu Teala’ya düsmanlik, seytana itaattir. Bu yüzden nefsin en samimi arkadasi seytandir.
Ulema-yi izamin beyanina göre, seytan bazi sartlarda insandan kaçip kurtuldugu halde, nefis, ism-i azam okunsa da insandan kaçmaz.
O, Rabbani bir emirdir. Gözümüzün görmesi nasil bizim için mukadderse, nefsin vücud üzerindeki efali bütün insanlik için

müsterek bir vasiftir. Yani insan, okudugu dualarla, çektigi zikirlerle seytani kaçirabilir fakat nefsini vücud ikliminden çikaramaz.
Nefis, Allah’in hükümlerini inkâr edicidir.
Böyle olunca, Hak Teala’nin emirleri hilâfina hareket eder.
Çünkü Allah’in emir ve nehiylerinin icrasi nefse çok agir gelir.
Bu yüzden nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi zaruri olup tezkiye olmadikça insanda yakîn hali müsahade edilemez;
huzur, seadet ve felah ele geçmez.
Bir seyin vasfinin degiserek, o seyin yeni bir vasif kazanmasi tezkiyedir.
Meselâ koyunun yüzülen derisinin ayakkabi, çanta hâline getirilmesi veya üzüm suyundan sirke yapilmasi gibi.
Tezkiye sifati degistirmektir. Nefsin cibilliyetinde de, yukarida saydigimiz çirkin sifat bulundugu için,
ahvalinin degismesi Rabbimizin emriyle müm-kündür.
Nefis tezkiye olmadan kamil bir insan olunamaz. Allahu Teala söyle buyurmaktadir: “Nefsimi temize çika-ramam.
Çünkü

Rabbimin acayip korudugu hariç, nefis asiri derecede kötülügU emredicidir.
Rabbim çok bagislayan, çok esirgeyendir.”
1 Resul-i Ekrem (S. A. V) Efendimiz de, bu ayet-i çelileyi tefsir mahiyetinde su hadis-i serifi buyurmustur:
“Senin düsmanlarinin en düsmani, en siddetlisi, iki tarafin (iki kürek kemigi) arasinda bulunan nef-sindir.”
Cenab-i Hak Sûre-i Furkan’da mealen, “‘Allah onlarin seyyiatmi hasenata tebdil eyler.”
2. Eger bir kimse tövbe-i nasuh ile tövbe eder, nefs-i emmarenin çirkin sifatlarini birakir,
Kur’an’in hükümlerine uyar ve tövbesinde sabit kalirsa, Rabbim Teala, o kulun islemis oldugu günahlari hasenata tebdil eyler.
Bunun için Resulullah (S. A. V) Efendimiz muharebe dünüsünde Sahabe-i güzine “Hayirli bir gelisle geldiniz.
Küçük cihaddan büyük cihada geldiniz.” Buyurdu.

Sahabenin, “Büyük cihad nedir ya Resulallah?” sualine Efendimiz, “Kulun, nefsi ve hevasiyla cihad etmesi büyük cihaddir.” Karsiligini verdi.
Tasavvuf! hayat ve tarikat-i âliye büyük cihadin yolunu gösterir.
“Tarikat” kelimesi lügatte hal, yol, durum gibi manâlar ifade eder.
Istilahta, Allah yoluna girmis dervis ve saliklerin takip ettigi yola denir.
Tasavvuf istilahinda ise ahireti kazanmak için bu dünyadan yüz çevirmek,
ruhî kuvvetleri terbiye etmek ve tabiata ait güçleri kontrol altina alabilmek için zâhidane bir hayat yasamak olup nefsi,
çirkin sifatlardan arindirma amaci güder.
Cenab-i Hak kendi hikmetiyle Zatinin sirlarini görünmeyen semasindan tabiat-i külliye olan arzina indirip isim ve
sifatlarina hususiyetini izhar etmek için, o eser nutfelerinin incisini sadefmin içinde gizlemistir.
Fakat nefsinin karanliklarina gömülen insanlar esref-i mahlukat ve
Allah’in yeryüzündeki halifesi olarak yaratildiklarini unutarak dünyaya ve
nefsin sehvetine can u gönülden meyil ile hayvanlik sifatina dönerler.
Babalarinin, atalarinin, kâmil Müslüman olan büyüklerinin yolundan gitmeyerek yaratilis sirlarinin disina çikip vazifelerini unuturlar.
Allahu Teala insanlari bu gaflet uykusundan uyandirmak günahlarinin af ve magfiretini saglamak için onlara peygamberler ve
kitâb-i kerimler göndermistir.
“Halâsim nasil olacak?” sualinin cevabi IbriI Mâce’nin edep kitabinin 58 inci babinda su hadis-i kudsî ile verilmistir:
Allahu Teala buyuruyor: “Kulum bana bir karis yaklasirsa ben ona bir arsin yaklasirim.
O bana bir arsin yaklasirsa ben ona bir kulaç yaklasirim.
O bana yürüyerek gelirse ben ona kosarak gelirim.” Yani gayret kuldan gelecek.
Ehlullah buyurdu ki: Insanin cesedinde iki ruh vardir. Birine hayvan! digerine insanî ruh demisler.
Hayvânî ruh, zulmânî olup bedende hayat, his, irade hareketleri tasir.
Insanî ruh denilen cevher ise nefs-i natika

olup bu maddeden ayri bir cevher-i Rabbaniyedir.
Lâkin kendi fiil ve hareketlerinde maddeye yakindir.
Bu nefis, levvame, muinime, mutmainne, radiye, merdiye, safiye isimleriyle adlandirilmistir.
Bu nefis, sehvanî nefisin her dedigini yaparsa, ona nefs~i emmare denir. Eger sehvani nefsin verdigi emirleri sükunetle karsilar,
Allah’a bagli olur fakat kendinde fânî sehvetlerle meyil bulunursa buna da nefs-i levvame denir.
Nefs-i emmareden farki, Allah’a baglilik kapisinin açik olmasidir.
Sehvani nefisle mücadelede metanet gösterilip galebe çalinir, kendi iç âlemine dönerek ilham almaya baslanirsa,
bu nefis, nefs-i mülhime olur. Eger sehvanî nefsin hükmünden tamamen çikip Allah’a kulluk makamina yükselmis;
gazap ve sehvetin iztiraplari dinmisse, buna da nefs-i mutmainne denilir. Velayet bu makamda baslar.
Bu makamda ilerleyip, gazap, sehvet, riyaset, siyaset, mal-mülk sahibi olmak gibi istekleri gönülden atmis,
yalniz Rabbinin emrinde sabit kalmissa, bu nefse, nefs-i radiye ismi verilir.
Eger bu halde kemal derecesini bulur. Eger bu halde kemal derecesini bulur, Allah indinde makbul olur,
insanlarin yaninda onlarin sevgilerini kazanip, onlarin hidayet ve irsadina vesile olursa, bu nefse de, nefs-i mardiye denilir.
Su halde, bu nefis islaha muhtaçtir.
Kur’an-i Azimüssan’in gösterdigi yolda peygamberlerin varisi olan kâmil Allah dostlarinin ve
ilmiyle amil zatlarin yolunda terbiyet edilirse, hayvan! nefisten çikarak kâmil bir insan olur.
Bir insan, bütün istek ve arzularindan soyunur, Cenab-i Hakkin sifatlariyla muttasif olursa kendisine manen nurânî hi’lat giydirilir ve
irsad makamina oturur. Bu nefse de, nefs-i safiye denilir.
Mürsid-i kâmil dedigimiz insanlar nefs-i mardiye ve nefs-i safiye makamina ulasmis olan kâmil insanlardir.
“Nefsini günahlardan tathir eden muhakkak necat buldu.
Sonra onu kötülük arzusundan sakindirip takvaya yönelmesini ilham eden Cenab-i Hakka yemin ederim.”
‘ ayet-i kerimesi buna isarettir. Bu ayet-i kerime ile nefsini günahlardan temizleyenlerin necat bulup felaha erecegi haber verilmektedir.
Felaha ermek, umduguna nail olup korktugundan emin olmak demektir.
Umduguna nail olmak, kâmil iman, ubudiyet, itaat ve Allah’in rizasi olup korktugundan emin olmak imanli ölmek ve kabir azabindan halastir.
Nefs-i emmare, günah-i kebairi isleye isleye günahlara alismis olmakla
Allah’in farz kildiklarini terk eder ve kalbi nur-i ilahiden mahrum kalir.
Böyle kimsenin kalbine Allah korkusu gelmedigi gibi sonunda muhakkak hüsrana ugrar.
Pismanlik ve nedamet duysa da artik ona fayda vermez. Onun için Allahu Teala söyle buyurmaktadir:
“Ancak tövbe ve iman edip iyi davranista bulunanlar baskadir. Allah onlarin kötülüklerini iyiliklere çevirmistir.
Allah bagislayici ve nihayetsiz merhamet sahibidir.” 4
Allahu Teala nefs-i emmareyi besere emr-i ilâhî olarak halk ettikten sonra, onlarin islahi,
necata ulasip felaha kavusmalari için salih kullarini irsad için herkesin gözü önüne koyar.
Zahiri ilimleri tedris ve talim ile her zaman âlim yetisdigi gibi batini ilimleri talim ile de ehlullah dünyadan eksik olamaz.
Her asirda muhakkak arifibillahlar, insanlari selâmete götürecek kâmiller vardir.
Arifibillah o kimsedir ki, insanlari maksadsiz, garazsiz, hiçbir menfaat beklemeksizin,
Allah rizasi* için Seriat-i Mutahharanin emirlerine davet eder.
Bu hikmete mebnî olarak Resulullah (S. A. V) Efendimiz,
Imam-i Ali Efendimize, “Ya Ali, senin delâletinle, Cenab-i Hakkin bir sahsi hidayete ulastirmasi,
dünya ve mafihanin senin olmasindan daha ha-yirlidir.” Buyurmustur.
Muhammed Nur Semseddin Hazretleri Miftahul Kulûb eserinde söyle buyurur: “Nefs-i emmare makaminda bulunan insanlar üç cinstir:
Avamdan, âlimlerden ve sofilerden.” Nefs-i emmarenin akibeti -Allah korusun- küfürle ölmektir.
Nefsin ikinci merhalesi nefsir levvamedir.
Bu merhaledekiler, Hakkin emirlerine kismen uyan, men ettiklerini bazan yapan, çogu zaman pisman olan,
zaman zaman kinayan, levmedenlerdir. Allahu Teala Hazretleri Sure-i Kiyame’de nefs-i levvameye yemin etmistir:
“Kendini kinayan, haddini bilen, nedamet duyan nefse yemin ederim.”5
Allah’a ibadet ve taatle bu nefis de yükselir. Nefs-i levvamenin yeri insanin gönlüdür. Hâli sevgidir.
Allah’a sevgisi, insanlara merhameti vardir. Dayanagi, önce
Alla’m emir ve yasaklar sonra tarikatin erkân
ve usulleridir. Bunlara uyarak kâmil olunur.
Zikir çekilir, rabita yapilir, mürsid-i kâmilin
tasarrufu altinda feyiz bulunur.
Sifatlari nedir? Sifatlan kinama, heves, hakka itiraz, insanlara yalvarma, temenna, gizli riya, makam sevgisi ve sehvettir.
Emmare nefsin baslica aliskanliklarmin bir kisim kalintilari bu nefisde bulunur.
Buna ragmen, bu nefsi hakki hak, batili batil görür; harami haram, helâli helâl bilir. Egriyidogruyu ayirt eder.
Muhammed Nur Semseddin Haz-retleri Miftahul Kûlub isimli eserinde,
“Bir insdan hakikaten esref-i mahlukat olan kâmil bir velinin elini tutarsa, o dakikada emmareden levvameye çikar.” Buyurmaktadir.
Levvamede olan, kendisinin tamamen hayirli yolda olmasini diler fakat bütün günahlari terk etmeye gücü yetmez.
Sali günü tövbe eder, Cuma günü kavga. Tövbe-günah-tövbe…
Gündüzleri oruç tutar, geceler namaza kalkar, sadaka da verir. Salih amelleri pek çoktur.
Lâkin bu nefse ucub ve riya bulasabilir. Kendini begenip kendini baskalarina güzel göstermek levvamede vardir.
Nefs-i levvame sahibi bazan nefsine söz geçiremez. Bu nefs-i levvamenin kaynagidir.
Bundan kurtulmak lâzim gelir. Zira insan hicab altindadir.
Zübdetü’l Hakayik’da Imam-i Nesefî “hicab” i söyle anlatiyor: “Malum olsun kidef i lâzim gelen, süluka mâni olan her nesneye hicab denir.”
Yani uzaklastirilmasi lâzim gelen, seyr-i süluka mâni olan her seye hicab denir.
Kazanilmasi ve onun üzerinde devam edilmesi çok lüzumlu olan hususa da makam.
Sofinin isi, günah-hicab-makam arasinda gidip gelmektir. Çesitli makamlar vardir:
Huzur makami, itaat makami,ubudiyet makami, Allah’in emirlerine inkiyad makami, haramlardan ictinab makami.
Su halde yolculugumuzun hedefinde kazanilacak olan sey makamdir.

Seyr-i sülük nedir? Tasavvuf! hayat seyr-i sülük üzerinedir. “Sülük” lügatte mutlaka gitmek manasinadir.
“Sâlik” ise, giden gidicilerdir. Nereye gidici? Makama gidici. Nereden? Hicabdan.
Tasavvifî terim olarak sülük, kötü kavillerden iyi kavillere, günahli fiillerden sevapli fiillere,
kötü ahlâktan iyi ahlâka, kendi varligi terk edip Allah’in rizasina gitmektir. “Seyr”, hareket etmektir.
Seyr-i sülük: Kötü hallerden iyi hallere hareket etemekle yapilan istir.
Nefsin çirkin sifatlari insana en büyük hicabtir. Nefs-i emmarenin bizatihi kendisi Allah’in azametine hicaptir.
Seyr-i sulukta hicab, dört seyin terkiyle olur: l- Mal terkiyle 2- Makam terkiyle 3- Taklid terkiyle 4- Isyan terkiyle.
Makamlarin usul ve haleti dört seye kavusmakla olur:
l- Güzel kavillere
2- Güzel fiiller
3- Güzel ahlâka
4- Allah’i bilen marifet-i ilâhiye ve muhabbet-i ilâhiyeye.
Yukarida zikrettigimiz “mal terk etmek”, Allah’i unutarak elde edilen maldir.
Islâmi unutmadan kazanilan mal vasak degildir.
Süleyman (A. S), Hazret-i Osman (R. A), Hazret-i Ebubekir (R. A) dünya mali cihetiyle çok zengin idiler.
Ama daima Allah yolunda oldular.
Dört hicabi terk etmek abdest makamindadir. Makamat-i ebaanin tahsili namaz mesabesindedir.
Güzel kaviller, güzel haller, güzel sifatlar, namazlar, zekâtlar,
ibadetler, merhametler, ümmet-i Muhammedin hidayetine vesileler, Allahu Teala’ya iman-i kâmil,
marifet-i ilâhiye, muhabbet-i ilâhiye makamdir.
Görülüyor ki nefs-i levvame hem zulmânî hem de nurânî hicab altinda olup ibadet ve taati sever; tarikat yolunda sülük eder.
Velâkin gözü günahtan kurtulmaz. Onun için nefsin yedi büyük sifati vardir:
Ucub, kibir, riya, gazab, hased, mal ve makam sevgisi. Kim bu yedi sifati birakirsa cehennemin yedi kapisi kendisine kapanir.
Bu yüzden Allahu Teala söyle buyurur: “Ey mü’minler, layik oldugunuz üzere Cenab-i Hak’dan korkun.
Ölüm size geldiginde Islâm oldugunuz halde can verirken imaniniz sabit olsun.” 5
Resulullah (S. A. V)Efendimiz de söyle buyurmustur: “Insanlar helak olmustur, ancak ~ âlimler müstesna.
Âlimler helak olmustur, ilmiyle amel edenler müstesna. Ilmiyle amel edenler helak olmustur, ihlas sahiplen müstesna.
Muhlis olanlarin akibetlerinde de büyük tehlikeler vardir.”
Bediüzzaman Hazretlerinin beyaniyla da, “Miskale ihlasli amel, Allah’dan gayri maksad ve niyet güdülmeden yapilan amellerdir.
Ihlâs nedir? Allah’in isini Allah’a, kullarin ve dünyanin isini kullara ve dünyaya ayirmaktir.
Ruh, kalbe tevdî edilmis güzel sifat ve ahlâkin menbaidir. Onun için Tarikat-i Naksibendiye letaifleri çalistirir.
Ruh, muhabbet-i ilâhiye makamidir. Nur-i ilâhiyi içinde tasir. Kalbe tevdi edilmis latif bir

sifattir. Ruhun çirkin bir sifati yoktur. Yalniz aldanmasi vardir.
Ruh ve kalp âlem-i emirdendir. Arsin üstünde mekansiz nur mekânindan gelir.
Nefis ise zulmânî olup suhud âlemindehdir. Kalp temiz, ruhun yaratilisi da temizken nasil olur da kötülüge meyleder?
Fitrati ve isdidadi temiz olmasina ragmen nefsin elinde esaret girerse, vasfinin meylini degistirir.
Nefsin arzusuyla yönünü dünyaya çevirir. Huzur-i mal, huzur-i makam…ister. Ruh ise muhabbet-i ilâhiye ister.
Allah ruhu, hem hayatinin davasina vesile hem de Zatina muhabbet için yaratmistir. Içinde kinli l ik yoktur.
Ama nefs-i emmare ve nefs-i levvame üstüne oturursa bir beldeyi düsman istila ettiginde silah tehdidiyle her seyi yaptirdigi gibi,
ruha da her seyi yaptirir.
Ruh, kalbe tevdi edilmis güzel sifat ve ahlâkin menbai olarak muhabbet-i ilahiye ister, demistik.
Nefis de kaliba (ele, ayaga, göze, basa…) tevdi edilmis olarak ahlâki kötüye kullanilmasini ister.
Nefis, sagir kulak gibidir. Seriati duymaz. Nefsin bütün ahlâk ve sifati iki kökten gelir. Birincisi hafiflik digeri açgözlülük ve ihtirastir. Hafifligi cehaletinden, açgözlülügü hirsindan gelir. Hirs, nefs-i emmarenin levvamenin doymak bilmeyen istinasidir.
Nefis, yaratil isindaki bu özelligine göre hareket etmeye devam eder.
Hirsi yüzünden helâl daireleri birakarak nice haramlara girer. Ribaya, gasba girer.
Mirasi kardeslerine vermemeye çalisir. Hafifliginden ise aceleci ve sabirsiz olur. Sabir Allah’dan, acele seytandandir.
Dâvud-i Tâi Hazretleri Imam-i Azam Hazretlerinin talebesi olup yirmi sene onda okumustu.
Hafiften, “Dünya fânî, âhiret bakîdir.” Sesini duyunca rengi sarardi. Üstadi, “Ya Davud, niye rengin uçtu?” diye sordu.
Bir ses duydugunu söyledi. Üstadi, “Kendine kâmil bir mürsid bul. Yirmi sene ilim tahsil ettin. Simdi onu cesedine tatbik et.” Buyurdu.
Davud-i Tâi mürsid buldu. Mürsid buldugunu üstadina söyledi. Üstadi, “Uzlete çekil.
Nefsinin hafifligini, sabir-sizligini ve acelecigini yen.” Dedi. Bir senelik uzlete çekildi.
Bir senenin sonunda üstadinin yanina geldi: Üstadi, “Halka karis.” Buyurdu.
Tarikat-i Naksibendiye de gizli yerde oturmak degil halkin ara-sinda Hak ile kaim olmak esastir.
Yani isi insanlarla kalbi Allah’a olur.
Üstadi Davud-i Tâi’ye söyle buyurdu: “Hocalarin arasina karis ama hiçbir islerine dil uzatma.
Yanlis da deseler, sus.” Bir seneyi böyle tamamladi.
Üstadi: “Ya Davud, insanlar arasinda, bir senelik sabir ile otuz senelik sabir melekesi kazandin.” Buyurdu.
Anlasiliyor ki nefsin hafifliginden sabirsizlik ve acelecilik çikar. Nefsin sabirsizligi cehaletindendir.
Aceleciligi ise seytandan olup akil ve hevasini tesiri altina alir.
Nefsin ikinci kapisi olan açgözlülük ihtirasindan da tamah ve hirs çikar. Hirs, doymak bilmez.
Bu iki vasif beseri cehenneme sürükler.
Nefsin sifatlari yaratilisin içerisinde kökleriyle gizlidir.
Çünkü Allah insani topraktan halketmistir. Topragin kendi özelligi vardir.
Insanoglundaki zaaflar topraktan gelir. Meselâ cimrilik sifati çamurdan sehvet ise pismis çamurdan gelir.
Cehaleti, pismis civik balçiktan gelip bu vasif,
güneste pismis çamura atesin hassesi girdiginden ve seytan da atesten halkedildiginden dolayidir.
Bir kulun, yaratilisinda mevcud olan hayvanî istiyaklari ilim ile egitilmedikçe,
ifrat ve tefritin ortasinda kaldikça, o kul, murad-i ilâhiyeye ulasamaz.
Insan cesedinin içinde altmis adet emraz-i bâtinî vardir ki kibir, hased, riya, ucub, enaniyet, arzu,
dünya muhabbeti, hubb-i siyaset, sirk-i hafi… bu hastaliklardan çikar.
Bütün bu hastaliklar insanin gönlünden zikrullah nefsin tezkiyesi

ve kalbin tasviyesi ile çikar. En zor çikan da siyaset sevgisi ve bas olma arzusudur..
Allahu Teala, “Andolsim biz insani pismis kuru bir çamurdan, sekillenmis balçiktan halkettik.” Buyurmaktadir.
O çamurun adi “salsal” dir. Bu kötü has-letlerî, ziddi olan muhabbetle, marifetle, zikirle, istigfarla, ihlasla Allah’a çevi-rmelidir.
Bu da tasavvufun umdesidir. (Meyvesidir)
Nefsin üçüncü merhalesi nefs-i mülhimedir.
Hakkin emirlerine mümkün mertebe uydugu, men ettiklerinden azamî derecede sakindigi,
ilâhi ilhamlari aldigi için nefs-i mülhime denir. Âlemi, ruhlar âlemidir, mahalli ruhtur.
Suhudunda masiva kalmaz. Hali asktir. Varidi marifettir.
Sifatlari ilim, cömertlik, kanaat, tevazu, sabir, hüsn-i zan, Ümmet-i Mu-hammede merhamettir.
Bu makamin sahibi âlimlerle oturur, hikmet ehlinin sözünü dinler.’Ölü topragin yagmur suyuyla dirilmesi gibi, bu makamda,
ölü kalp hikmet nuruyla dirilir.
Dördüncü makam, nefs-i mut-mainnedir.
Hakkin emirlerine tam alarak uyan, men ettiklerinden tam olarak sakinan, kuvvetli iman ve itminan sahibi nefs-i mutmainne makamindadir.
Allahu Teala söyle buyurur: “Ey itminana ermis nefis, sen Rabbinden Rabbin senden razi olarak Rabbine dön…” 8
Görülüyor ki Allahu Teala, Kur’an-i Azimüssan’da mutmainneden asagi derecedeki nefislere hitab-i ilâhiye ile
“Ey nefis” diye begenip hitab etmemistir Ayet-i celiledeki tertibe dikkat edilirse, “Sen Rabbinden razi, Rabbin senden razi…” buyuruluyor.
Demek ki bu makamda kul Allah’dan razi olur. Emirlerine, ondan gelen her seye itiraz etmez. Sabirlidir. Hirsli degildir.
O Allah’dan razi oldugu için Allah da ondan razi olur.

Bu makamin sifatlari cömertlik, güler yüzlülük, tevekkül sahibi olmak,
sabirlilik, halim selim olmak, dogruluk, yumusak kalplilik, ibadet düskünlük, hamd ve senali olmak,
sükürlülük, tatli dillilik, ayip aramama ve ayiplari örtme haline sahip olmak, hatalari bagislamak,
kendisine yapilan zulümleri gör-memezlikten gelmektir.
Muhammed (S. A: V) Efendimiz duasinda, “Allahim, Senden, itminana kavusmus bir nefs-i mutmainne dilerim ki likana iman etsin,
kazana razi olsun, atana kanaat etsin.” Buyurmustur.
Rabbim bizleri de nefs-i mutmainne makamina eristirsin.
Âmin.

1 Sûre-i Yusuf, 53.
2 Sure-i Furkan, 70
3 Sure-i Sems, 7-8.
4 Sûre-i Furkan, 70.
5 Sure-i Kiyme, 2
6 Sure-i Âl-i Imran, 102.
7 Sure-i Hicir, 26.
8 Sure-i Fecir, 27.

https://www.islamisite.net/wp-content/uploads/2014/03/9686_425943734144553_1723862399_n.jpghttps://www.islamisite.net/wp-content/uploads/2014/03/9686_425943734144553_1723862399_n-150x150.jpgmuslumangencİSLAMİ SOHBETamel etmek,amel in önemi,dini sohbet,iSlami Chat,İSLAMİ SOHBET,Neden Bildiklerimizle Amel Etmiyoruz
  SOHBET NIÇIN BILDIGIMIZ HAYIRLI ILIMLE AMEL EDEMIYORUZ? (Niçin Müslümanligi Yasamiyoruz? ) Niçin bildigimiz hayirli ilimle amel edemiyoruz? Niçin günahlarin zararlarini bildigimiz halde terk edemiyoruz? Niçin dünyanin fânî oldugunu, ölümün her birimizin üzerine gelecegini bildigimiz halde kabire hazirlanmiyoruz? Bunlar düsündürücüdür. Bunlarin sebeplerini yine tasavvufî hayattan enbiya-i izamin, arifibillah ve mürsid-i kâmillerin bilgieriyle anlamaya çalisacagiz. Söylece bilinsin ki, bütün...