Nefis Muhasebesi
“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.”
Hz. Muhammed (a.s.m.)
Ölümden sonraki hayatta herkes her yaptığından he­saba çekilecektir. O hesap gününde alnı ak bir şekilde he­sap vermenin yolu, bu dünyada kendini hesaba çekmek, sorgulamaktır. Meselâ Hz. Ömer (r.a), kendi kendine “Bu­gün Allah için ne yaptın?” diye soruyordu.
İnsan, her ne kadar bahaneler uydursa da insaflı bir şe­kilde kendi gidişatına baktığında hatalarını fark eder, “Şurada’ şöyle yaptım; aslında yapmamalıydım!” der. Böylece her günün sonunda günün muhasebesini yapabilir, artılarını eksilerini hesaplar, kendine çeki düzen vermeye çalışır.
Hemen her insanın budanması gereken sivri yönleri, ha­talı hâlleri vardır. İnsan, kendi hatasını hata olarak gör­meli, avukat gibi savunma yoluna gitmemelidir. Hatada ıs­rar etmek, o hatadan daha büyük bir hatadır. Hatasını görmek ve dönmek ise bir fazilettir.
Malûmdur ki bir dert teşhis edilirse tedavisi kolay olur. Sözgelimi nefsinde tembellik marazını fark eden biri, ciddî bir çalışma programı uygulayarak bu tembellikten, kurtulabilir. Zira “her illet, zıddıyla tedavi olunur/’ Bu kim­senin “Ben aslında çok çalışkan birisiyim!” demesi ise beş kuruşu bile olmayan birinin “Ben aslında çok zenginim!” demesine benzer. Böyle bir hâl, argo tabirle “züğürt tesel­lisinden ibarettir.
Hz. Ebu Bekir, bir gün Hanzale ile karşılaşır. Araların­da şöyle bir konuşma geçer: “Nasılsın, ey Hanzale?..” “Hanzale münafık oldu!” “Suphanallah!.. Sen ne diyorsun?” “Ey Ebu Bekir!.. Resulullah’ın yanında olduğumuzda o bize Cennet ve Cehennem’i anlatıyor, sanki oraları gözle görmüş gibi yüce duygularla dolup taşıyoruz. Ama dışarı çıktığımızda çoluk çocuk, mal işlerine takılıp kalıyoruz, çok şeyleri unutuyoruz!”
“Vallahi, bizde de durum farklı değil!” Bunun üzerine birlikte giderler, durumu anlatırlar. Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki şayet bu­radaki hâlinizi dışarıda devam ettirebilseniz yatakları­nızda ve yolda meleklerle arkadaşlık yapardınız! Lâkin ey Hanzale, bir müddet öyle, bir müddet de böyle…”agla Müslim, Tevbe, 12-13; Tirmizî, Kıyame, 59.)
Bu olay, peygamberlerden sonra insanlığın en seçkin fertleri olan sahabîlerin nefis muhasebesi yapmadaki has­sasiyetini göstermektedir. Şüphesiz, Hanzale’nin o hâli münafıklıktan kaynaklanmamıştır. Fakat o, nefsini bu noktada şiddetle itham etmiştir.
Keza, “O münafıklar namaza tembel tembel gelirler.”agla Nisa, 142.)mealindeki ayeti bilen bir sahabi, sözgelimi sabah nama­zına kalkmakta nefsinde bir tembellik görse, “Acaba mü­nafık mı oldum?” diye kendini sorguluyordu.
Nefisten Başlamak
İnsan kendi nefsiyle alâkalı olduğu gibi “eviyle-mahallesiyle-ülkesiyle, hatta koca dünya ile” alâkadardır. Pek çok insan, nefsine yönelmeyi bırakır, hayatın geniş daire­lerinde dolaşır. Nefsine çeki düzen vermemiştir, ama dün­yaya çeki düzen vermeye çalışır. Mahalleye muhtar seçilememiştir, ama ülkenin problemlerini halletme telâşı için­dedir. Kendi evlâdına iyi bir terbiye verememiştir, ama “Ben Millî Eğitim Bakanı olsam şöyle yaparım, böyle ede­rim!” diye atıp tutmaktadır.
Böyle afakta [dış dünyada] kendini dağıtan insanlara Kur’an şu hatırlatmayı yapar:
“Siz nefsinize bakın. Siz hidayet üzere olduktan sonra başkasının dalâleti [yoldan çıkması] size bir zarar vermez/'(Maide, 105)
Nefsine fayda veremeyen birinin başkalarına faydalı olması düşünülemez. Kendini düzeltmeyen birinin âlemi düzeltme iddiaları havada kalır.
Üstteki ayet, ferdî sorumluluğun önemine vurgu yap­maktadır. Fakat bunu, “Demek ki gemisini kurtaran, kap­tan! Kimseye karışma, kendini kurtarmaya bak!” şeklinde anlamak, manayı asıl mecrasından saptırmak olur. Zira “emr-i bil’maruf, neyh-i ani’l-münker,” İslâm’ın getirdiği esaslardan birisidir. Her bir mümin, gücü yettiği ölçüde iyi-güzel şeyleri teşvik etmek, kötü-çirkin şeylerden alıkoy­maya çalışmakla görevlidir.
1970’li yıllarda ilmî araştırmalar için Türkiye’den Ame­rika’ya giden bir öğretim üyesi, Amerikalı meslektaşıyla sohbet ederken, aralarında şu konuşma geçer:
— Henry Kissinger’in dış politikasını nasıl buluyorsun?
— O kimdir? Tanımıyorum.
— Allah, Allah! Nasıl tanımazsın? Sizin dışişleri ba­kanınız.
— Dostum, ben siyasetçi değilim; ben lâboratuvarımı bilirim. Buraya gelir, ilmî çalışmalarımı yaparım.
Nefisten Kurtuluş
“Ölmeden evvel ölünüz.”
Şeker hastalığına yakalanmış değerli bir ilim adamına,
“Bu hastalığın tedavisi yok mu?” diye sordum.
Dedi: “Var: Ölen, kurtuluyor!”
Benzeri bir durum, nefisten kurtuluşta söz konusu. İnsan, nefsin belâ ve şerrinden, cazibe ve fitnesinden daha bu dünyada kısmen kurtulabilirse de tümüyle kurtulması ölümle gerçekleşir.
Çünkü ölü için “günahlara meyletmek, uzun emeller peşinde koşmak” gibi nefse ait özellikler ar­tık söz konusu değildir!
Ancak “Ölmeden evvel ölünüz/'(Aclunî, II, 260.) emrine uyarak sanki ölmüş gibi günahlardan uzak yaşayanlar, nefsin hile ve desiselerinden daha dünyada iken kurtulurlar.
Mevlâna’nın anlattığı şu olay, konumuzu çok güzel bir şekilde açıklığa kavuşturmaktadır:
Hindistan’a sefer yapacak olan bir zat, yola çıkmaz­dan evvel papağanına, bir isteği olup olmadığını sorar. Papağan, “Hind papağanlarına benden selâm söyle. Ka­feste mahpus olduğumu haber ver.” der. Adam Hindis­tan’a vardığında bir ağaçlıkta neşeli neşeli öten papağanlar görür. Kendi papağanının selâmını söyler. Bunun üze­rine papağanlardan biri, daldan yere düşer ve hareketsiz kalır.
Adam tekrar memleketine döndüğünde, olup biteni pa­pağana anlatır. Papağan, kalp sektesine uğramış gibi dü­şer, hareketsiz kalır. Adam heyecan içinde kafesi açıp “Eyvah.’.. Sevgili papağanım Öldü, bu acı habere dayana­madı!” diye feryat ederken papağan, açık kafesten uçar, hürriyetine kavuşur!
Bu temsildeki papağan, beden hapsindeki ruhu; Hin­distan’daki hür papağanlar, peygamberler ve velilerin ruh­larını temsil ederler. Ağaçtaki papağanın ölü numarası yapması ise beden hapsindeki ruhun, bu hapisten kurtul­ma yolunu sembolize etmektedir. (Mevlâna, III, 792.)
Nefsin Zaafları
Halatlar ince yerlerinden kopar, kaleler zayıf yerle­rinden fethedilir. Onun gibi, Şeytan, vücut ülkesinde hâ­kimiyeti ele geçirmek için nefsin zaaflarından istifade eder. Kur’an-ı Kerim, şu ayetiyle nefsin bazı zaaflarına dikkat çeker:
“İnsanlara kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş al­tın ve gümüş, salma atlar, sağmal hayvanlar ve tarıma karşı arzular süslü kılındı/'(AI-iİmran, 14).
Yani insan, fıtratı itibarıyla bunlara son derece düş­kündür; hayatı, bunları elde etmek için mücadeleyle geçer. İnsanların en çetin imtihanları bunlarla olur.
Şeytan, insanları aldatmak için Cenab-ı Hakk’tan bir­takım imkânlar, tuzaklar ister. Kendisine altın, gümüş, at, yiyecek, içecek, elbise, şarap, çalgı gibi şeyler verilir. Bun­lardan o derece hoşlanmaz. Fakat kadın da verilince sevincinden ellerini çırpıp oynamaya başlar.( Mevlâna, XIV, 265-271.)
Kadınlar, annelerimizdir, bacılarımızdır, kızlarımızdır. Mübarek, muhterem insanlardır.
“Cennet, anaların ayağı altındadır.”agla Aclunî, I, 299.)
Fakat aynı zamanda kadınlar Şeytan’ın insanı aldatmada kullanabildiği en etkili vasıtalardır. Günümüzde özellikle cinsellik noktasında nice ka­dın, Şeytan tarafından bir olta gibi kullanılmaktadır. Hiç­bir alâka yokken bazı otomobil lâstiklerinin çıplak kadın afişleriyle reklâm edilmesi ve benzeri durumlar, bu gerçeği açıkça göstermektedir. Bu yüzdendir ki üstteki ayette in­sanların düşkün olduğu şeyler sayılırken başta kadın zikredilmiştir.
Üstteki ayette nazara verilen zaaflardan başka, nefsin tembellik, midesine düşkünlük, övülmekten hoşlanmak, başkalarına karşı kibirlenmek, lüzumsuz öfkelenmek, kör hislere sahip olmak, tiryakilik, gaflet, cehalet, heva, heves, peşin lezzetlere müptelâ olmak… gibi daha nice zaafı var­dır.
Nefsin zaafları herkeste aynı değildir. Bundan dolayı herkesin imtihanı farklı farklıdır. Kimi midesinden yaka­lanır, kimi methedilmekten… Kimisi hevesiyle perişan olur, kimisi tembelliğiyle… Basiretli insan, kendi vücut ülkesini iyi tanır, zaaflarını bilir, zayıf noktalarını kuvvetlendire­rek nefse karşı direnir, bir “irade insanı” hâline
gelir.
Nefsin Unutulması
Nefsin önemli zaaflarından birisi, “unutmak”tır. İlk in­san Hz. Âdem’e “yasak ağaca yaklaşmaması” emredil­miş, fakat o, bu emri unutarak yaklaşmış ve ağacın mey­vesinden yemiştir.( Taha, 115.)
Âdem’in bu tabiatı, bütün evlâdında da aynen vardır. Yani insan, unutkan bir varlıktır.
Faraza, dün ne yediğini unutur, arkadaşına verdiği sözü unutur, randevusunu unutur, vs.
Fakat bütün bu unutma türleri içerisinde en dehşetlisi, insanın Allah’ı unutması, O’na verdiği sözü unutması, Al­lah’ın emir ve yasaklarını unutmasıdır. Böyle bir unutkan­lık, tam bir gaflet hâlidir. Böyle gafiller hakkında Allah şöyle buyurur: “O kimseler gibi olmayın ki onlar Allah’ı unuttular, Allah da ceza olarak nefislerini onlara unutturdu!”agla Haşr, 19.) Artık onlar nefislerine dönüp bakmazlar, hep afakla meşgul olurlar. Meselâ kendi ayıplarını hiç görmezler, ama başkalarının ayıpları gözlerinden hiç kaçmaz. Kendilerini kusurdan pak ve münezzeh zannederler. Bir gün gelip öle­ceklerini hiç hatıra getirmezler; ebedî dünyada kalacaklarmış gibi uzun emellere, tatlı hülyalara dalarlar. “Çok­lukla gururlanmak, sizleri oyalayıp durdu. Sonunda kabir­leri ziyaret ettiniz.”agla Tekasür, 1-2.) ayeti, bir yönüyle böyle insanların hâlini dile getirmektedir. “Benim malım, benim servetim, benim makamım!..” derken birden hayat bitivermiş,, bu ga­fil insanlar, kendilerini kabir çukurunda buluvermişlerdir. Demek ki Allah’ı unutmanın cezası, “nefsi unutmak”tır. Nefsini unutan kişi ise ona yönelemez, terbiyesiyle meşgul olamaz

İSLAMİ BİLGİLERislam,İSLAMİ SOHBET,Nefis Muhasebesi,Nefis Muhasebesi nedir,sakarya sohbet
Nefis Muhasebesi 'Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.' Hz. Muhammed (a.s.m.) Ölümden sonraki hayatta herkes her yaptığından he­saba çekilecektir. O hesap gününde alnı ak bir şekilde he­sap vermenin yolu, bu dünyada kendini hesaba çekmek, sorgulamaktır. Meselâ Hz. Ömer (r.a), kendi kendine 'Bu­gün Allah için ne yaptın?' diye soruyordu. İnsan, her...