544173_615176578539021_1314209876_nbesmele

islami sohbet

İnsan Niçin İlim Öğrenir?

İnsanın duyu vasıtaları ile elde ettiği veya Allah Teâlâ’nın vahiy yolu ile doğrudan doğruya gönderdiği, içinde zan ihtimali bulunmayan yakını bilgi.

İslamî terminolojide ilim terimi; “bilgi” kelimesini karşılamak için kullanıldığı gibi, herhangi bir bilgi şubesini ifade için de kullanılır. Meselâ; kelâm ilmi, tefsir ilmi gibi. Keza, ilim ve bilgi terimlerinin bazen marifet kelimesiyle karşılanıldığı da bilinir.

Seyyid Şerif Cürcânî’ye göre ilim: “Gerçeğe ve vakıaya uygun düşen bilgi ve kanaattır” (Cürcani, et-Ta’rifat, Beyrut 1985, s. 160).

Cürcânî ilim için şu tarifleri de yapar:

İlim; bir şeyi olduğu gibi idrak etmektir. Bilgisizlik bilginin zıddıdır. Bilim, bilinenden gizlilik ve kapalılığın kalkmasıdır.

İlim; nefsin, bir şeyin manasına ulaşmasıdır. Düşünen ile düşünülen arasında hususi bir alâkadır” (Cürcânî, et- Ta’rifat, s. 160, 167).

İlim, kesin olsun veya olmasın kavram (tasavvur) veya hüküm olarak mutlak manasıyla idrak etmektir.

İlim; düşünme, fehmetme ve hayal etme manalarına da gelir” (Tahanevi, Keşşafü Istılahati’l-Fünun, II, 105).

İlimler farklı bakış açılarına göre şu tasniflere ayrılabilir:

Şer’î ilimler: Peygamber efendimizin getirdiği ilim.

Şer’î olmayan ilimler: Maddi, dünyevi ilimler. Ayrıca dinî, aklî ve dünyevî ilimler olarak, veya zâhir, (dünya hayatını tanzim eden) bâtın (ebedî hayatı tanzim edici) ilimler olarak da kısımlara ayrılırlar.

İslâm akâidine göre insanın ilim elde etmesinin yolları üçtür:

1- Havass-ı selime (sağlam duyu organları). Bunlar göz, kulak, burun, dil ve deri olmak üzere beştir. Bu duyu organları hastalıklardan uzak olduğu takdirde kendileriyle elde edilen bilgiye güvenilir.

2- Haber-i sadık (doğru haber). Bu ikiye ayrılır:

a) Mütevâtir haber: Yalan söylemek üzere birleşmeleri aklen mümkün olmayacak kadar çok sayıda bir topluluğun vermiş olduğu haberdir. Bunda şüphe edilmez. Meselâ bugün Avustralya kıtasının varlığını gözlerimizle görmesek bile bir çok kişi tarafından haber verildiği için tereddütsüz kabul ederiz.

b) Haber-i Resul: Allah tarafından gönderilen hak peygamberin vermiş olduğu haber ve söylemiş olduğu şeylerdir.

3- Akıl: İslâm dini akla büyük önem vermiş, onu ilim elde etme yollarından biri olarak kabul etmiştir. Bir şey akılla düşünmeden hemen bilinirse buna “bedîhî” denir. Düşünerek bilinirse “istidlâlî” denir

İslâm kadar ilme önem veren başka bir din yoktur. Kur’an-ı Kerim’de sadece ilim kelimesi yüzbeş defa zikredilir. Bu kökten gelen diğer kelimelerle birlikte bu sayı sekiz yüzellidokuzu bulur. Ayrıca “akıl, fikir, zikr” gibi kelimeler Kur’an-ı Kerim’de çok zikredilir. (Şamil İslam Ans. İlim maddesi)

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذى خَلَقَ (1) خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍ (2) اِقْرَاْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُ (3) اَلَّذى عَلَّمَ بِالْقَلَمِ (4) عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَالَمْ يَعْلَمْ (5)

“Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı. Oku, insana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (Alâk, 96/1-5)

Bu ayetler, Kur’an-ı Kerim’in ilk nazil olan ayetleridir. Peygamberimiz Hira mağarasında iken nazil olmuşlardır.

Peygamberimiz, kendisine peygamberlik verilmeden önce Mekke’de bulunan Nur dağındaki Hira mağarasına gider, orada günlerce kalırdı.

Buraya giderken azığını da beraberinde götürürdü. Azığı bitince eve döner, azık alır ve tekrar mağaraya giderdi.

Peygamberimiz bu mağaraya yalnızlıktan hoşlandığı için giderdi. Mağaradaki sessizlik, onun düşünmesine yardımcı olurdu.

Peygamberimiz burada hem kendi varlığı hakkında hem de her çeşit değer ölçülerini yitirmiş olan sosyal yönden çok kötü durumda bulunan o günkü toplumun, bu durumdan nasıl kurtulacağı hakkında düşünürdü.

İşte bir gün Peygamberimiz Hira mağarasında düşünceye daldığı sırada Cebrail (a.s) gelerek kendisine bu ayetleri getirmiş ve peygamber olarak görevlendirilmiş olduğunu müjdelemişti. (Buhari, Kitabu Bed’ül-Halk, 1; Müslim, İman, 73)

Kur’an-ı Kerim’den ilk nazil olan bu mübarek âyetlerdir. Bunlar, Allah’ın biz kullarına ilk rahmeti ve ihsan ettiği ilk nimetidir.

Bu âyetler “Oku” ile başlıyor ki, Allah’ın kullarına ilk emri budur.

Âyet-i Kerîme’de okuma emredilirken neyin okunacağı belirtilmemiştir. Kişinin kendisi, içinde yaşadığı toplum, hatta insanlık için yararlı olacak bütün ilimlerin okunup öğrenilmesi bu emrin kapsamı içindedir.

Ayrıca okumaya başlarken, Allah’ın adını anarak O’ndan yardım dileyerek başlanılması emrediliyor.

Besmele, her işimizin başında bir anahtar görevi görür. “Bismillahirrahmanirrahim” demeden, Allah’ın adını anmadan başlanılan herhangi bir işte başarıya erişilemeyeceği Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından bildirilmiştir. (Feyzu’l-Kadir, 5/13)

Okuyup öğrenmek gibi önemli bir işe başlarken Allah’ın adını anarak başlamamız özel olarak emrediliyor.

Okur-yazar olmayan bir Peygambere inen ilk âyetlerde okumaktan ve kalemle yazmaktan söz ediliyor; “Rabbin insanoğluna kalemle yazmayı öğretmiştir.” deniliyor.

Kalem, o gün olduğu gibi bu gün de insan hayatında en etkili öğretim aracıdır.

İlim Payelerin En Üstünüdür:

Allah Teâlâ Âdem (a.s)’ı bu özelliği ile meleklere tercih ederek, yeryüzünde halife tayin etmiştir. Konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلئِكَةِ اِنّى جَاعِلٌ فِى الْاَرْضِ خَليفَةً قَالُوا اَتَجْعَلُ فيهَا مَنْ يُفْسِدُ فيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنّى اَعْلَمُ مَالَا تَعْلَمُونَ (30)

30- Bir zamanlar Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. (Melekler): “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” dediler. (Rabb’in): “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi.

وَعَلَّمَ ادَمَ الْاَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُنى بِاَسْمَاءِ هؤُلَاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ

31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: “Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin.” dedi.

قَالُوا سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلَّا مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَليمُ الْحَكيمُ (32)

32- Dediler ki: “Yücesin sen (ya Rab!). Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hakîmsin”.

قَالَ يَاادَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَائِهِمْ فَلَمَّا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَائِهِمْ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّى اَعْلَمُ غَيْبَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَاتُبْدُونَ وَمَاكُنْتُمْ تَكْتُمُونَ (33)

33- (Allah): “Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver.” dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): “Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim” dememiş miydim?” dedi. (Bakara, 2/30-33)

Görülüyor ki, Allah Teâlâ Hz. Âdem’i halife olarak yaratmış ve durumu melekleri ile istişare eder gibi onlara bildirmiştir.

Bilgi Bir Üstünlük Sebebidir:

Çünkü Kur’an-ı Kerim’de:

وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثيرًا

“Kime hikmet verilmiş ise ona çok hayır verilmiş demektir” (Bakara, 2/269) buyurulmuştur.

Âyetteki hikmet, yararlı olan bilgi demektir. İnsanlığa yararlı olan bilgi, ona sahip olan için elbette bir üstünlük vesilesidir.

Allah Teâlâ bilenlerle bilmeyenlerin aynı kefeye konmasının doğru olmayacağını bildirmiş ve:

قُلْ هَلْ يَسْتَوِى الَّذينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذينَ لَايَعْلَمُونَ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُولُوا الْاَلْبَابِ

“(Ey Muhammed) De ki: hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer, 39/9)

Peygamberimiz Her Vesile İle İlmin Üstünlüğüne Dikkat Çekmiştir.

Bir defasında Ebû Zer (r.a.)’a hitaben şöyle buyurmuştur:

عَنْ أبِي ذَرٍّ؛ قَالَ: قَالَ لِي رَسُولُ اللّهِ: يَا أبَا ذَرٍّ! لَاَنْ تَغْدُو فَتَعَلَّمَ آيَةً مِنْ كِتَابِ اللّهِ، خَيْرٌ لَكَ مِنْ أَنْ تُصَلِّيَ مِائَةَ رَكْعَةٍ. وَلَاَنْ تَغْدُو فَتَعَلَّمَ بَاباً مِنَ الْعِلْمِ، عُمِلَ بِهِ أَوْ لَمْ يُعْمَلْ، خَيْرٌ مِنْ أَنْ تُصَلِّىَ أَلْفَ رَكْعَةٍ.

(219) (6047)- Ebu Zerr (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (a.s), bana dediler ki: “Ey Ebu Zerr! Senin evden çıkıp Allah’ın kitabından bir ayet öğrenmen, senin için yüz rek’at namaz kılmandan daha hayırlıdır. Keza gidip ilimden bir bab (mevzu) öğrenmen -ki bu işle amel edilsin veya edilmesin- senin için bin rek’at namaz kılmandan daha hayırlıdır.” (İbn Mâce, Mukaddime, 16)

İlim Öğrenen Allah Yolundadır:

Kesir İbn Kays (r.a.) anlatıyor: Ben Dımışk (Şam) Camii’nde Ebû’d-Derdâ’nın yanında oturuyordum. Bir adam geldi ve:

-Ey Ebû’d-Derdâ, Peygamberimizden rivayet ettiğini duyduğum bir hadis-i şerif için Medine-i Münevvere’den geldim, dedi.

Ebû’d-Derdâ, geliş amacının bu olup olmadığını öğrenmek için ona:

-Şam’a bir ticaret için gelmedin mi? diye sordu. Adam:

-Hayır, öyle bir iş için gelmiş değilim, dedi. Ebû’d-Derdâ:

-Hadis öğrenmekten başka bir iş için de mi gelmedin? diye sordu. Adam:

-Hayır, (rivayet ettiğini duyduğum hadisi senden dinlemekten başka iş için gelmedim, dedi). Bunun üzerine Ebû’d-Derdâ:

سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صعم) يَقُولُ ‏”‏ مَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَطْلُبُ فِيهِ عِلْمًا سَلَكَ اللَّهُ بِهِ طَرِيقًا مِنْ طُرُقِ الْجَنَّةِ وَإِنَّ الْمَلاَئِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًا لِطَالِبِ الْعِلْمِ وَإِنَّ الْعَالِمَ لَيَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الأَرْضِ وَالْحِيتَانُ فِي جَوْفِ الْمَاءِ وَإِنَّ فَضْلَ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ عَلَى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ وَإِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ وَإِنَّ الأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلاَ دِرْهَمًا وَرَّثُوا الْعِلْمَ فَمَنْ أَخَذَهُ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِرٍ ‏”‏ ‏.‏

Ebu’d-Derda (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (a.s)’ın şöyle dediğini işittim:

“Kim bir ilim öğrenmek için bir yola sülûk ederse Allah onu cennete giden yollardan birine dahil etmiş demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarını (üzerlerine) koyarlar. Semâvat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir.” [Ebu Dâvud, İlm 1, (3641); Tirmizî, İlm 19, (2683); İbnu Mâce, Mukaddime 17, (223).]

Hadis-i şeriften şu hususlar öğrenilmektedir:

a) İlim öğrenmek için harcanan çaba, Allah yolunda harcanmış bir çabadır ve insanı cennete götürür. Daha açık bir ifade ile ilim yolu cennet yoludur ve ne güzel bir yoldur. Bu yola giren kimseye melekler yardımcı olur. Yalnız melekler değil, yerde ve göktekiler bu öğrenciye dua eder, Allah’ın onu bağışlamasını dilerler.

b) Çoğu zaman tartışılan bir soruya da cevap verilmektedir. Soru şu: “İnsan ilimle mi meşgul olmalı, yoksa nafile ibadete mi ağırlık vermeli? Bunlardan hangisi ilim mi nafile ibadet mi Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olur? İşte tartışılan bu soruya şu cevap verilmektedir:

Alim, ile âbid arasında ay ile yıldızlar arasındaki fark vardır.

Çünkü bilgin bilgisi ile çevresini aydınlatır ve içinde yaşadığı topluma hatta bütün insanlara ışık tutar, yol gösterir. Abid ise her ne kadar yaptığı nafile ibadetler övülmeye değer ise de başkalarına bir yararı olmaz. İbadeti ancak kendisine yarar sağlar.

İlmi tercih eden ise öyle değil, o öğrendiği bilgi ile hem kendisine hem de çevresine yararlı olur.

Bakınız Peygamberimiz ne buyuruyor:

وعن سهل بن سعد )رع( قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ: وَاللّهِ لَاَنْ يُهْدَى بِهُدَاكَ رَجُلٌ وَاحِدٌ خَيْرٌ لَكَ مِنْ حُمْرِ النَّعَمِ.

(4119)- Sehl İbnu Sa’d (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (a.s) buyurdular ki: “Vallahi, senin hidayetinle bir tek kişiye hidayet verilmesi, senin için kıymetli develerden müteşekkil sürülerden daha hayırlıdır.” [Ebu Dâvud, İlm 10, (3661); Buhârî, Ashabu’n-Nebi 9; Müslim, Fedâilu’l-Ashâb 34, (2046).]

c) Âlimlerin, peygamberlerin varisleri olduğu da müjdelenmektedir. Şüphesiz öyledir. Çünkü peygamberler ilimden başka miras olarak bir şey bırakmamışlardır. Alimler de ilim öğrenme yolunu seçmekle peygamberlerin varisleri olmak gibi bir şerefi kazanmış oluyorlar.

Peygamberimizin arkadaşlarından Ebû Hureyre (r.a.), hemen hemen peygamberimizden hiç ayrılmayan bir sahabi idi. O, peygamberimizle bulunduğu sürece, ilim öğrenir, peygamberimizin sözlerine dikkat ederek onları ezberlerdi.

Bu sahabi, bir gün Medine’de sokağa çıktı. Halk sokakta dolaşıyordu. Onlara şöyle seslendi:

-Peygamberimizin mirası bölüşülüyor, siz ise burada vakit geçiriyorsunuz, gidip o mirastan payınızı alsanız ya? deyince, halk:

-Nerede bölüşülüyor? diye sorarlar. Ebû Hureyre (r.a.):

-Mescidde bölüşülüyor, diye cevap verir. Halk koşarak mescide gider, sonra geri dönerler.

Ebû Hureyre (r.a.) onların geri geldiklerini görünce, sorar:

-Ne oldu? Onlar cevap verir:

-Biz mescide gittik, ama sizin söylediğiniz gibi orada taksim edilen herhangi bir şey görmedik, derler. Ebû Hureyre tekrar sorar:

– Siz mescidde hiç kimse görmediniz mi? Der. Onlar:

– Evet, bazı kimseler gördük, bir kısmı namaz kılıyor, bir kısmı Kur’an okuyor, bir kısmı da helâl ve haram gibi konuları tartışıyordu, derler. Bunun üzerine Ebû Hureyre (r.a):

-Yazıklar olsun size, işte o, peygamberin mirasıdır, der. (Mecmeu’z-Zevâîd ve Menbeu’l-Fevâîd, c.1, s.123-124)

Evet, alim yaşadığı sürece çevresini aydınlatarak, bu tavrı ile Allah’ın rızasını kazanacağı gibi, yetiştirdiği öğrenciler ve bıraktığı yazılı eserlerle öldükten sonra da amel defterinin kapanmamasını sağlar.

Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamberimizin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صعم) ‏”‏ إِنَّ مِمَّا يَلْحَقُ الْمُؤْمِنَ مِنْ عَمَلِهِ وَحَسَنَاتِهِ بَعْدَ مَوْتِهِ عِلْمًا عَلَّمَهُ وَنَشَرَهُ وَوَلَدًا صَالِحًا تَرَكَهُ وَمُصْحَفًا وَرَّثَهُ أَوْ مَسْجِدًا بَنَاهُ أَوْ بَيْتًا لاِبْنِ السَّبِيلِ بَنَاهُ أَوْ نَهْرًا أَجْرَاهُ أَوْ صَدَقَةً أَخْرَجَهَا مِنْ مَالِهِ فِي صِحَّتِهِ وَحَيَاتِهِ يَلْحَقُهُ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهِ ‏”‏ ‏.‏

“Mü’min, ölümünden sonra hayatta iken öğrettiği ve yayınladığı ilimden, geride bıraktığı iyi evlattan, miras olarak bıraktığı mushaftan, yaptırdığı mescidden, yolcular için inşa ettiği misafir evinden, akıttığı sudan, sağlıklı iken malından çıkardığı sadakadan kendisine sevap ulaşır.” (İbn Mâce, Mukaddime, 20, (249))

İnsanın kazançları arasında en çok övülmeye değer olanı ilim olduğu için, Allah Teâlâ alimlerin derecelerini yükselteceğini bildirmiş ve:

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِذَا قيلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِى الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّهُ لَكُمْ وَاِذَا قيلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّهُ الَّذينَ امَنُوا مِنْكُمْ وَالَّذينَ اُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبيرٌ

“Ey inananlar! Toplantılarda size ‘’yer açın’’ denince, yer açın ki, Allah da size genişlik versin. ‘’Kalkın’’ denildiği zaman da hemen kalkın ki, Allah, içinizden inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücadele, 58/11)

Bu âyet, ilmin fazileti ve alimin üstünlüğü hakkında açık bir delildir. İlim tahsil eden kimsenin derecesini Allah Teâlâ’nın yükselteceği bildiriliyor.

Allah Teâlâ Peygamberimize şöyle emrediyor:

وَقُلْ رَبِّ زِدْنى عِلْمًا

“(Ey Muhammed) de ki: Rabbim, benim ilmimi artır. (Tâhâ, 20/114)

Peygamberimiz de bu emre uyarak:

‏”‏ اللَّهُمَّ اَنْفَعْنِي بِمَا عَلَّمْتَنِي وَعَلِّمْنِي مَا يَنْفَعُنِي وَزِدْنِي عِلْمًا وَالْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى كُلِّ حَالٍ ‏”‏

“Allah’ım, bana öğrettiğin ilimden beni yararlandır, yararlı olacak ilmi bana öğret. İlmimi artır. Her hal üzere Allah’a hamd olsun.” (İbn Mâce, Mukaddime, 23, (259)) diye dua etmiştir.

Peygamberimiz, Allah’ın kendisine verdiği ilimden yararlandırılmasını istiyor. Başka bir duasında da kendisine faydalı olmayan ilimden de Allah’a sığınıyor.

İnsan Niçin İlim Öğrenir?

İnsan, öğrendiğini hayata geçirmek ve başkalarına da öğretmek, faydalı olmak için ilim tahsil eder. Bu düşünce ile ilim tahsil edilmelidir. Böyle ilim tahsil edilirken ömrü vefa etmeyip ölen kimselerle ilgili olarak Peygamberimiz şu müjdeyi veriyor:

وعن ابن عباس قال قال رسول الله (صعم) مَنْ جَاءَهُ أَجَلُهُ وَهُوَ يَطْلُبُ الْعِلْمَ لَقِيَ اللهَ وَلمَ ْيَكُنْ بَيْنَهُ وَبَيْنَ النَّبِييِّنَ إِلَّا دَرَجَةَ النُّبُوَّةِ (رواه الطبراني في الأوسط)

“İlim tahsil ederken eceli gelip ölen kimse, kendisi ile peygamberler arasında ancak bir derece, peygamberlik derecesi olduğu halde Allah’a kavuşur.” (Mecmeu’z-Zevâîd ve Menbeu’l-Fevâîd, c.1, s.123)

İlim sahiplerinin diğer insanlara göre derecelerinin bu kadar üstün olmasının sebebi nedir? Denecek olursa, bu sorunun cevabını da Kur’an-ı Kerim’den öğrenelim.

اِنَّمَا يَخْشَى اللّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمؤُا

“Kulları içerisinde ancak alimler (gereğince) Allah’tan korkar.” (Fatır, 35/28)

Çünkü alimler Allah Teâlâ’yı daha iyi tanır ve O’nun peygamberleri aracılığı ile insanlara gönderdiği mesajları daha iyi kavrar. Nitekim Kur’an’da:

وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا اِلَّاالْعَالِمُونَ

“İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz, fakat onları ancak bilgi sahibi olanlar düşünüp anlayabilir.” (Ankebût, 29/43) buyurulmuştur.

Peygamberimiz iki şeyin gıbta edilmeye değer olduğunu bildiriyor.

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا حَسَدَ إِلَّا فِي اثْنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ مَالًا فَسُلِّطَ عَلَى هَلَكَتِهِ فِي الْحَقِّ وَآخَرُ آتَاهُ اللَّهُ حِكْمَةً فَهُوَ يَقْضِي بِهَا وَيُعَلِّمُهَا

Bunlardan biri, Allah’ın kendisine mal verip de, o malı Allah yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kimse. Diğeri de kendisine hikmet (ilim) verip de, o ilim gereğince hükmetmesini ve başkasına da o ilmi öğretmesini nasip ettiği kimse. (Buhârî, İlim, 15)

Demek ki, insan, öğrendiği ilmin gereğini yapacak ve onu başkalarına da öğretecek, böyle yapan kimseye gıbta edilir.

Öğrendiği ilim ile amel etmeyen ve onu başkalarına da öğretmeyen kimseyi Peygamberimiz (s.a.s.) düz ve kaypak bir toprağa benzetiyor. Üzerine yağan yağmuru emmediği ve üstünde de tutmadığı için, ne kendisi yağan yağmurdan yararlanıyor ne de başkalarına yararlı oluyor.

Okuma yazma, bilgi edinme, edindiği bilgiden yararlanma ve başkalarını da yararlandırma hakkında hadis kitaplarında pek çok rivayetler vardır. Bilgi insana hem dünyada ve hem de ahirette faydalıdır.

Bilgisiz Yapılan İbadet Bile Makbul Değildir:

Bunun için Peygamberimiz (s.a.s.):

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ

“İlim öğrenmek her müslümana farzdır.” (İbn Mâce, Mukaddime, 17, 220) buyurmuştur. Çünkü yeterli dinî bilgimiz olmazsa ibadetlerimizi kusursuz yapamayız. Bu da ahiretteki derecemizi etkiler.

Yeterli ve sağlıklı dini bilgimizin olmaması, hem ibadetlerimizi eksiksiz yapmamamıza hem de bazı kimselerin şahsi çıkarları için bizi kullanmalarına sebep olur. Zaman zaman bunun örnekleri basına yansımakta ve bunları izlemekten rahatsız olmaktayız. Halbuki Peygamberimiz tedavi olmamızı tavsiye ediyor. Bunun için hastalandığımızda doktora baş vurmamız, hastaneye gidip muayene ve tedavi olmamız gerekiyor. Biz bunu yapmaz da bazı kimselere gidip muska yazdıracak olursak, işte bunlara imkan ve zemin hazırlamış oluruz.

Kıyamet Günü Allah Teâlâ İlim Sahiplerine İltifat Buyuracaktır: Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Allah kıyamet günü kulları diriltir. Sonra alimleri ayırır ve onlara şöyle hitap eder:

Ey alimler topluluğu, ben ilmi, size azap etmek için vermedim, sizi bağışladım, cennete giriniz.’ ” (Mecmeu’z-Zevâîd ve Menbeu’l-Fevâîd, c.1, s.126)

Görülüyor ki, dinimiz okumaya ve bilgi sahibi olmaya büyük önem vermiştir.

Bilindiği üzere, İslâm’da ilk savaş, Bedir savaşıdır. Bu savaşı müslümanlar kazanmıştır. Bu savaşta esirler de alınmıştır. Peygamberimiz arkadaşlarına danıştıktan sonra, esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmalarını emretmiştir. Ancak fidye verecek durumda olmayanlardan her birinin on müslüman çocuğa okuma- yazma öğretmeleri halinde onların da serbest kalacağını bildirmiştir. (İslâm Tarihi, Asrı Saadet, İstanbul, 1921, c. 1, s. 346) Zeyd b. Sabit (r.a), bu şekilde okuma-yazma öğrenenlerdendir.

Bu olay, Peygamberimizin okuma-yazmaya ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Peygamberimizin şu sözü de bunu teyid etmektedir:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْكَلِمَةُ الْحِكْمَةُ ضَالَّةُ الْمُؤْمِنِ فَحَيْثُ وَجَدَهَا فَهُوَ أَحَقُّ بِهَا

“Hikmet ve ilim mü’minin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır.” (Tirmizî, İlim, 19)

Peygamberimizin bizzat uygulaması ve bu hadisi , ilim öğrenmek için yer, zaman, yaş ve cinsiyetin önemli olmadığını göstermektedir.

Bugünkü teknolojinin, ilmin ürünü olduğunda şüphe yoktur. Dinimizin ilim tahsil etmeye neden bu kadar önem verdiği daha iyi anlaşılmaktadır. Müslümanlar, ilmin her çeşit ürününden yararlanırken ilimle meşgul olmamaları düşünülebilir mi?

Kur’an-ı Kerim, düşmanlarımıza karşı gücümüzün yettiği kadar kuvvet hazırlamamızı emrediyor. Teknik ilerledikçe kuvvet de değişiyor. Kur’an-ı Kerim indiği zaman savaşlarda etkili olan, kılıç, ok gibi silahlardı. Ama Kur’an bunları hazırlayın demiyor, kuvvet hazırlayın diyor. Kuvvetin ne olduğu Peygamberimize sorulduğunda, O: “Kuvvet atmaktır” buyurmuş ve bunu üç defa tekrarlamıştır. O halde bulunduğumuz asırda en etkili silah hangisi ise onu hazırlamamızın gerektiği bildiriliyor. Bu da ancak bilgi ile mümkündür.

Atalarımız dini ilimlere olduğu kadar müsbet ilimlere de önem vermişlerdir. Çünkü Kur’an sadece dini ilimleri değil, diğer ilimleri de tavsiye etmiştir. Kur’an-ı Kerim, yer ve gökler ve bunlardaki yaratılış inceliklerinden söz ediyor ve bu konularda düşünmemizi istiyor. Bu konularda düşünmek, ancak diğer ilimlere âşina olmakla mümkündür.

Dinimiz ve dünyamız için gerekli olan bilgileri öğrenmeli, bu konuda çocuklarımızı yetiştirmeliyiz. Atalarımız öyle yapmışlardı. Sadece dinî ilimlerde değil, diğer ilimlerde de zamanlarına göre ileri gitmiş; müsbet ilimlerin temellerini atmışlardı.

Bizler de onlar gibi dinimizin emir ve tavsiyelerine kulak vererek, yavrularımızın iyi yetişmelerine özen göstermeli bir takım zararlı akımlarla ilgilenmelerine imkan vermemeliyiz. Onlara mal bırakmak yerine, malımızı, onların bilgi sahibi olmaları için harcamalıyız.

Bakınız Hz.Ali ne güzel söylüyor: “İlim maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen koruyacaksın, halbuki ilim seni korur. İlim hâkim, mal mahkumdur. Mal harcamakla azalır, ilim harcamakla çoğalır.” (İhyau Ulûmi’d-Dîn, İstanbul, 1312, c. 1, s.7.)

Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki:

عن أبي بكرة قال سمعت النبي (صعم) يَقُولُ أَغْدِ عَالِمًا أَوْ مُتَعَلِّمًا أَوْ مُسْتَمِعًا أَوْ مُحِبًّا وَلا تَكُنْ الخْاَمِسَةَ فَتَهْلِكُ

“Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen, ya da ilmi seven ol. Fakat beşincisi olma (yani bunların dışında kalma) helâk olursun.” (Mecmeu’z-Zevâîd ve Menbeu’l-Fevâid, c. 1, s. 122.)

Efendimiz (s.a.v) İlim İçin Toplananları Müjdeliyor:

وعن أبى هريرة (رع). أنَّ رسولَ اللّه قالَ: مَا اجْتَمَعَ قَوْمٌ في بيْتٍ مِنْ بُيُوتِ اللّهِ تعالى يَتْلُونَ كِتَابَ اللّهِ وَيَتَدَارَسُونَهُ بَيْنَهُمْ إلاَّ نَزَلَتْ عَلَيْهِمُ السَّكِينَةُ، وَغَشِيَتْهُمُ الرَّحْمَةُ، وَحَفّتْهُمُ الْمَلاَئِكَةُ، وَذَكَرَهُمُ اللّهُ فِيمَنْ عِنْدَهُ. أخرجه أبو داود

(413)- Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah (a.s) buyurdular ki: “Bir grup, Kitâbullah’ı okuyup ondan ders almak üzere Allah’ın evlerinden birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekinet iner ve onları Allah’ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allah, onları, yanında bulunan yüce cemaatte anar” (Ebû Dâvud, Salât 349, 1455. H.; Tirmizî, Kırâ’at 3, 2946 H.; Müslim, Zikir 38, 2699 H; İbnu Mâce, Mukaddime 17, 225. H.)
Bu vaaz, Lütfi Şentürk, Diyanet. Aylık Dergi, Sayı 117‘den iktibas edilerek hazırlandı.

İSLAMİ SOHBETilim,ilim nedir,İnsan Niçin İlim Öğrenir,islam,İSLAMİ SOHBET,Nasıl ilim öğrenilir
islami sohbet İnsan Niçin İlim Öğrenir? İnsanın duyu vasıtaları ile elde ettiği veya Allah Teâlâ'nın vahiy yolu ile doğrudan doğruya gönderdiği, içinde zan ihtimali bulunmayan yakını bilgi. İslamî terminolojide ilim terimi; 'bilgi' kelimesini karşılamak için kullanıldığı gibi, herhangi bir bilgi şubesini ifade için de kullanılır. Meselâ; kelâm ilmi, tefsir...